HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: cahiliye arapları Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

İslâm öncesi Araplarının ahlâk zihniyeti hakkındaki en önemli kaynaklar Câhiliye şiiri, atasözleri (emsal) ve hitâbet örnekleriyle Kur;an, hadisler ve ilk döneme ait diğer İslâmî belgeler; Roma, Bizans, İran gibi ya-bancı kaynaklardır.

Özellikle Câhiliye şiiri, atasözleri ve hitâbet örneklerinden edinilen bilgilere göre Câhiliye edebiyatında ahlâk ve bu kelimenin tekili olan hulk nâdiren kullanılmıştır. Kabileci Arap toplum yapı-sında hayatta kalma mücadelesi, aşiret insanının herhal-de en temel meşguliyetiydi; bu da büyük ölçüde kabilenin insan ve mal gücü yanında mânevî gücüne ve saygınlığına bağlı bulunduğu için özellikle şeref, cesaret ve cömert-lik Câhiliye ahlâkında bütün erdemlerin en üstünde yer alıyordu; bu erdemler de genellikle mürüvvet (mürûe) kavramıyla ifade ediliyordu. Bununla bağlantılı başka bir kavram da asabiyettir.

a) Mürüvvet, geniş anlamıyla yiğitlik ve mertliğin en ileri düzeyi olarak algılanıyordu. Kısaca övülmeye de-ğer her şey demek olan bu kavramın Romadaki summum bonum (hayırların hayırı) tabirinin dengi olduğu düşünü-lebilir. Câhiliye Araplarının anlayışında mürüvvet, başta hilim olmak üzere sabır, bağışlama, misafirperver-lik, yoksullara yardım, iyi komşuluk, zayıfları koruma gibi erdemleri kapsamaktaydı. Ancak diğer birçok kavram-da olduğu gibi mürüvvette de hayret verici bir anlam sapması olmuş; bu kavram, kandan başka hiçbir şeyin gi-deremeyeceği azap verici bir susuzluk ve delilik diye anlatılabilecek bir şeref hastalığı halini almıştı (bk. İzutsu, Kuranda Dînî ve Ahlâkî Kavramlar, s. 101).

Câhiliye dönemi ahlâk zihniyetini içeren literatürde, mürüvvet gibi onunla az çok ilgisi bulunan hayır, mâruf, hak, şecaat, kerem, sehâ, cûd, vefâ vb. ahlâkî muhteva taşıyan kavramlar ve bunların zıtlarının kullanımı da oldukça yaygındı. Ancak bütün bu kavramlar ve terimler, yüksek ve evrensel bir ahlâk anlayışını ifade etmekten geniş ölçüde uzak olup dünyevî ve kabileci bir karakter taşımaktaydı.

b) Asabiyet, kısaca kabile üyeleri arasında kayıtsız şartsız dayanışma yasasını ifade etmekte ve Arapın ha-yatına yön veren, ahlâkî zihniyet ve değerlerine hâkim olan Câhiliye ruhunu yansıtmaktaydı.

Kişi ve kabile şerefi, dönemin ahlâk zihniyetini be-lirleyen etkenlerden biriydi. Bir kısmına yukarıda işa-ret edilen erdemlerin temel amacı da kişi ve kabile şe-refini arttırmak, insanların hayranlık ve saygısını ka-zanmaktı. Bu dönemde iyilik için iyilik değil, onur ka-zanmak için iyilik anlayışı hâkimdi. Bu yüzden, çoğun-lukla fahr ve tefâhur kelimeleriyle ifade edilen kibir, gurur, soyluluk ve üstünlük yarışı, Kurân-ı Kerîmde de eleştirici bir sûrede (Tekâsür sûresi) bildirildiği üzere onlara zaman zaman kabirlere gidip mezar taşla-rıyla övünmek gibi saçmalıklar bile yaptırırdı. Edebiya-tın başlıca temalarından birinin medih ve zem olması da o dönem ahlâkının egoist karakterini yansıtması bakı-mından dikkat çekicidir. İşte asabiyet, Câhiliye ahlâkının, en geniş sınırı kabileyi aşmayan bu egoist ka-rakterini ifade eder.

Dine fazla bir ilgi duymayan, hatta dönemin hayat an-layışı, inanç ve düşüncesi hakkında en temel kaynak olan şiirde dine ve dinî konulara meselâ kadın, aşk ve şarap gibi hafif mevzularla medih, zem ve tefâhur gibi egoist ve duygusal konulardan daha az yer veren Câhiliye Arap-larında yine de bir Allah inancı vardı. Bununla birlik-te koyu putperestlik, onların Allaha göstermeleri bek-lenen saygı ve ilgilerini öldürmüş olup bu durum, dinin insanlarda bıraktığı derunî ve ahlâkî tesirden Câhiliye Araplarını mahrum etmişti.

Hürriyet bilinci veya duygusu da Câhiliye Arapla-rının başlıca özelliklerindendir. Bazı araştırmacılar, Câhiliye döneminde kabileyi aşan siyasî birlikler kuru-lamayışını, onlardaki bu hürriyet ruhuna bağlamışlardır. Ancak onlardaki bu, bencil ve ilkel bir hürriyet idi. İlkel hürriyetin en temel niteliği ise otorite tanıma-maktır. Nitekim Câhiliye Arapları böyle bir otorite dü-zenini her zaman reddetmişlerdir.

Sonuç olarak Câhiliye döneminin bütün ahlâkî erdemle-rinin arkasında kişinin veya kabilenin gururu (fahr), şeref (mecd) ve öfke (gazap, hamiyye) duygularını tatmin etme; asalet, cömertlik ve yiğitlikle şöhret kazanma, saygı görme, başka kabileler karşısında hem korku hem de hayranlık duygusu uyandırma arsuzu yatmaktaydı. Esasen bu dönemin, fert ve kabile gururu, kibir ve serkeşlik nitelikleri dolayısıyla câhiliye diye anıldığı, başka birçok delil yanında, Amr b. Külsûmün Muallakasından da açıkça anlaşılmaktadır:

Sakın biri bize karşı bir câhillik yapmaya kalkışmasın!

Sonra biz câhillikte bütün câhillerden baskın çıkarız!


alıntıdır...



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Cahiliye Devri


         Bilinmesi gerekir ki, cahiliye devri insanları inanış ve düşünce bakımından çeşit çeşittirler. Cahiliye toplumunda hiçbir dine inanmayan ateist kimselerle karşılaşacağımız gibi semavi kaynaklı bir dine iman ettiğini iddia eden kimselerle de karşılaşmak mümkündür. Bununla beraber cahiliye ehlinin büyük bir kısmı ise rasullerin bi�setine (Allah tarafından gönderildiğine), kıyamet gününe ve o günde ceza ve mükafaat verileceğine inanmaktadırlar. Bunun en somut örneğini Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem�in gönderildiği Mekke toplumunda görmek mümkündür. Zira öncelikle Mekke toplumu Hz. İsmail�in dini üzerinde idiler. Ancak Amr b. Luhay�ın Şam�dan bir takım putlar (suretler) getirmesi ile dinlerinden sapmışlar ve putperest bir yaşam tarzı sergilemeye başlamışlardır.

Bu noktada bilinmesi gereken önemli husus ise Mekke ehli direkt olarak ibadet ettikleri putlarının gökyüzünü ve yeryüzünü yaratann, her şeye malik bir ilah olduğunu iddia etmemişler bilakis bu suret şeklindeki putlarının Allah�a çok yakın veli kullardan olduklarına inanmakta idiler. Bundan dolayı da Allah�tan bir şey isteyecekleri zaman bu putlarını vesile edinmekteydiler. Mekke�li müşriklerin bu iddialarını Allahu Tealâ Kur�an�ı Kerim�de şu şekilde ifade etmektedir:

 �Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah�a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.� (39 Zümer/3)

 

Cahiliye Ehlinde Hanif Dininin Kalıntıları

Cahiliyye ehlinin büyük bir çoğunluğu Allah�ın varlığına inanan kimselerden oluşmaktadır. Cahiliye ehli, yaratılış konusunda Allah�ın ortağı olmadığına ve kadere, ahiret gününe, o günde ceza ve mükafaat verileceğine inanırlar, insanların kulluk yapmakla mükellef olduklarını, yaptıkları amellerden sorgulanacaklarını, hayır yapmışlarsa hayır, şer yapmışlarsa şer ile cezalandırılacaklarını bilirlerdi. Melekleri �Hameletu�l Arş�, �Hafeze� ve �Mukarrabin� olmak üzere kısımlara ayırıyorlardı. Kulların Allah�a karşı ibadet etmekle mükellef oldukları inançlarına binaen abdest ve gusül alırlar ve namaz kılarlardı. Ebu Zerr ve Kıs bin. Saide el-Eyadi�nin cahiliye döneminde namaz kıldıkları sabittir. Misafirperverlik yapıp, fakirlere sahip çıkarlar, sılai rahimde (akraba ziyaretlerinde) bulunurlardı. Güneşin doğuşundan batışına kadar oruç tutuyorlardı. Aşure günlerinde oruç tutmak adetleriydi. Zekat verip, itikafa girerlerdi. Hatta Hz. Ömer�in (radıyallahu anhu) cahiliyye döneminde nezir yaptığı itikafı hakkında nasıl bir tutum sergileyeceğini Resulullah�a sormuştur.







alıntıdır..



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 

Cahiliye arapları hac ibadetini yerine getirirler, haram ayların hürmetine inanırlardı. Kısas yaparlar, diyet verirlerdi. Zina ve hırsızlık gibi suçlara gereken cezaları uygularlardı. Hatta hırsızlık yapanların ellerini kesiyorlardı. Kişinin kendi annesiyle, kızıyla, halasıyla, teyzesiyle evlenmesini haram görüyorlardı. Üç talakla boşanıyorlar, ihrama girip hac ve umre ibadetini yaptıktan sonra safa ile merve arasında yedi kere say yapıyorlardı. Ölülerini yıkayıp kefenliyorlar, üzerlerine cenaze namazı kılıp öyle defnediyorlardı. Misvak kullanıyorlar, koltuk altı ve diğer temizliklerini yerine getiriyorlar, Hz. İbrahim’in sünnetini ihya etme adına çocuklarını sünnet ettiriyorlardı.

Geniş bilgi için bkz. Ebu Fetih eş-Şehristani, Mevsuatu-l Milel ve Nihal sy.240, Veliyyullah Dehlevi, Huccetullah-il Baliğa, 1/360

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

İslâmdan önceki Arapların dinleri hakkındaki bilgiler esas itibariyle Kuzey ve Güney Arabistan kitabeleri ile arkeolojik verilere dayanmaktadır. Ancak bu belgelerde yer alan malzemeler; inanç esasları ibadet ve dua gibi temel dinî konularda izahlar getirmekten ziyade Tanrı ve put adları konusunda bilgi vermektedirler. İslâm öncesi Arapların dinleri hakkında kitabeler ve arkeolojik eserlerin yanı sıra Asur İbrani Yunan ve Latin kaynakları ile İslâm öncesi Arap toplumu hakkında doğrudan malumat sunan Câhiliye şiiri ve atasözlerinden de istifade etmek mümkündür. Bu çeşitli ve kısıtlı kaynaklar dışında özellikle İslâmın doğuşunun hemen öncesinde ve İslâmın doğduğu ilk dönemdeki müşrik Arapların dinleri hakkında Kurân-ı Kerim başta olmak üzere tefsir hadis siyer ve tarih sahasında yazılmış eserlerde de oldukça güvenilir ve ayrıntılı bilgilere rastlanmaktadır.
Putperestlik


İslâmdan önceki Araplar arasında her ne kadar Yahudilik Hıristiyanlık Mecûsîlik Sâbîlik ve Hanîflik gibi farklı dinî inanışlara rastlansa da en yaygın dinî inanç hiç şüphe yok ki putperestliktir. Özellikle bedevîlerin itikat esasını oluşturan bu inanç Sâmîlere has inanışın en eski ve iptidaî şeklini temsil eder. Esasında putperestliğin Araplara girişinin sonradan gerçekleştiği Arapların başlangıçta yaratıcının varlığını inkâr etmedikleri ancak zaman içinde heybetinden ürktükleri Tanrıya yalnızca aracılarla ulaşabileceklerini düşünerek putlar edindikleri dolayısıyla putperestliğin Araplara girişinin yabancı kaynaklı olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Bu iddia Mekke halkının esasında Hz. İbrahimin Kâbeyi inşâ etmesiyle tevhid inancı ile tanıştığı; ancak İbrahim ve oğlu İsmâil neslinin zaman içinde ihtiyaçlarına cevap veremeyen Mekke şehrinden ayrılırken yanlarında Kâbeden kopardıkları küçük taş parçalarını da götürdükleri ve gittikleri yerlerde kutsal kabul ettikleri bu taşlara tazim göstererek bu inançtan bir uzaklaşma yaşadıkları aaai üzerine dayandırılmıştır.
Taşlara gösterilen bu tazimin tapınma şeklini alışı Mekke ve Kâbenin Huzâa kabilesinin hâkimiyeti altına girdiği milâdî üçüncü asra tekabül etmektedir. Rivayete göre bu kabilenin liderlerinden Amr b. Luhay ticaret amacıyla gittiği Şamdan aldığı Hübel adlı putu Mekkeye getirerek Kâbenin avlusuna dikmiş ve halkı buna tapınmaya davet etmiştir. Yarımadaya bu şekilde giren putatapıcılık zaman içinde yaygınlaşmış ve çok geçmeden de yarımada halkının hâkim inancı haline gelmiştir. Kâbeye getirilen put sayısı zamanla büyük artış göstermiş; öyle ki her kabilenin hatta her ailenin kendisine ait bir putu olmuştur. İslâmın bölgede ortaya çıktığı dönemde Kâbedeki put sayısının 360a ulaştığı bilinmektedir. Bunlar içinde en meşhurları Hübel İsaf ve Nâile Ved ve Hicazda Allahın kızları sayılan üç ilahe Lât Menât ve Uzzâdır. Bunlardan Mekkeye getirilen ilk put olma özelliği taşıyan ve Mekkenin en itibar gören putu sayılan Hübel insan suretinde olup kırmızı akikten yapılmıştı. Arap kabilelerinin tümü tarafından ilah kabul edilen bu putun Suriyeden getirilişi sırasında eli kırılmış; bunun üzerine Kureyş müşrikleri tarafından altın bir el takılmıştır. Safâdaki Îsâf ile Mervedeki Nâile ise Kâbede zina yapan iki insanı temsil ediyordu. Ved Huzaa kabilesinin putu olup iri cüsseli bir erkek heykeldi. Arapların en eski mabutlarından olan ve güneşi temsil ettiğine inanılan bir tanrıça sayılan Lât kalıntılarda bazen güneşin bir parçası bazen çıplak bir kadın bazen de bir at olarak tasvir edilmiştir. Hicazın yanı sıra Irak Şam Nabat ve Safâ gibi bölgelerde de tapınılan Uzzâ ise Kureyşin en büyük putlarındandı. Kureyşin yanı sıra başka pek çok kabilenin daha takdis ettiği deniz kıyısında bir tapınağı bulunan kader tanrıçası Menâta gelince özellikle Hicâz bölgesinin en ilgi çeken tanrıçalarından biri olarak kabul ediliyordu. Kâbenin çevresindeki putların sayısı ve onlara atfedilen önem kabileden kabileye değişmekle birlikte söz konusu putların bütün kabileler nezdinde belli bir saygınlığı vardı.
Câhiliye Arapları her ne kadar esas itibariyle putlara tapsalar da yaratıcı tanrıyı ifade etmek üzere Allah diye çağrılan üstün bir Tanrının varlığını da kabul ediyorlardı. Nitekim bölgede Hz. İbrahim peygamberin dini olan Hanifliği benimsemiş kimselerin bulunması tevhid inancının Arap yarımadası için yabancı olmadığının delili kabul edilmiştir. Milattan sonraki yıllarda özellikle Güney Arabistanda var olduğu bilinen ve muhtemelen ticaret yoluyla Mekkeye de taşınmış olan bu inancın Câhiliye şiirinde de yer alması dikkat çekicidir. Zira Câhiliye şiirinde geçen ve Allahı ifade etmek üzere kullanılan rahman kelimesinin Câhiliye döneminde çoğulunun bulunmaması bu kelimenin bir tek tanrıyı ifade ettiği şeklinde yorumlanmıştır.
Kurân-ı Kerimin de işaret ettiği üzere (ez-Zümer 39/3) Müşrik Araplar putlara yalnızca kendilerini Allaha yaklaştırmaları amacıyla tapıyorlardı. Öyle ki onlar yeryüzünü sulayıp ekinleri yetiştiren sürüleri çoğaltıp insanın emrine veren Allahın her şeyin yaratıcısı yeryüzünün rabbi göklerin ve yerin sahibi olduğunu biliyorlar ve sıkıntılı zamanlarında Ona yalvarıyor en büyük yeminlerini Onun adına ediyorlardı. Hatta ürünlerinin bir kısmını dahi Onun adına ayırıyorlardı. Tehlike anında dua ediyorlar; ancak tehlikeden kurtulunca Onun varlığını unutuyorlardı. Putlara kurban kesiyorlar; ama aynı zamanda Allah'a ibadet ediyorlardı. Bütün bunlar Câhiliye Araplarında Allah inancının oldukça muğlâk olduğunu ve bir inanç bunalım ve kargaşasının yaşandığını göstermektedir. Her ne kadar bilinç düzeyinde aracı olarak görülseler de günlük yaşam içinde putlar hayatın bütün alanlarını kuşatmış ve hâkim inanç alanı oluşturmuş durumdaydı.
Câhiliye Araplarının putlar için kullandığı en yaygın ve şümullü ifadeler sanem ve vesen kelimeleriydi. Heykelin karşılığı olarak kullanılan sanem Allahtan başka tapılan şey anlamına gelmekteyken Dikili taş anlamına gelen Nasbın daha ziyade taştan yapılmış mabutlar için kullanıldığı sanılmaktadır.
Putperestliğin tabii sonucu olarak Câhiliye dönemi Arabistanında bir put veya tapınak edinmek oldukça önemliydi. Hemen her evde tapınılacak bir putun yer aldığı Câhiliye Arabistanında ayrıca Kâbe veya tapınak önlerine de taş dikilirdi. İbadetlerin toplu olarak yapıldığı yerler çok sayıda putun yer aldığı tapınaklar olup ibadetler tavaf eder gibi taşın çevresini dolaşmak suretiyle gerçekleştirilirdi. Göçebelerin tapınak ihtiyacını karşılamak için de konaklanılan yerlerde kurulan çadırlardan biri tahsis edilirdi. Araplar nezdinde büyük saygınlığı olan bu tapınaklar çoğunlukla beyt adıyla anılsa da küp şeklinde olanlarına kâbe denmekteydi. Yemenin Sana bölgesindeki Riyâm tapınağı Câhiliye döneminin en tanınmış tapınakları arasında yer almaktaydı.
Câhiliye dönemi Arap inanışında ibadetlerin başlıca gayesi dünyevî bir takım hedeflere ulaşmak olup ibadet biçimi put evlerinde yapılan dua secde ve tavafın yanı sıra kurban kesmek ve sadaka vermek şeklinde gerçekleştirilirdi. Genellikle sağlık zenginlik zafer ve evlat sahibi olma gibi isteklerin dile getirildiği duaların kabulü için putlardan yardım ve şefaat talep edilirdi. Hayatın ana gayesini dünya zevklerinden olabildiğince istifade etmek üzerine temellendirmiş olan Câhiliye inanışında ahiret inancı yer almasa da bunun da Allah inancı gibi muğlâk olduğunu görürüz. Zira ölünün yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaç maddeleriyle mezara konması keza mezarın başına aç-susuz bırakılarak ölüme terk edilen ve ölüye mahşere giderken bineklik yapacağına inanılan bir hayvanın bırakılması bilinçaltında ölüm sonrasında ikinci bir hayatın var olduğuna dair bir telakkinin yattığını gösterir.
Câhiliye dönemi Arap dini inanışının ana mahalli hiç şüphe yok ki Kâbe ve çevresidir. Nitekim hac ibadetinin Câhiliye döneminin en yaygın ve düzenli ibadet şekli olduğu bilinmektedir. Savaşın yasak olduğu ve kabileler arası çatışmanın sona erdirildiği hac mevsiminde her kabile Kâbeyi tavaf eder; tavaf sırasında kendi putları önüne geldiklerinde de saygıyla eğilip dua eder ve telbiye getirirlerdi. Günahlardan arınmayı sembolize etmek üzere tavaf umumiyetle çıplak olarak gerçekleştirilirdi. Bir bayram coşkusu içinde algılanan haccın esasını tavaf teşkil etse de hac ibadeti Kâbe dışındaki putların yer aldığı bölgedeki diğer tapınakların da ziyaretini kapsardı. Tanrının varlığının izini taşıdığına inanılan ve bu nedenle kutsal sayılan tapınaklar dâhilinde hiçbir canlı varlık yok edilemezdi. Bu bakımdan bu gibi mekânlar kabile taassubunun hışmına uğramış ve can güvenliğinden endişe edenler için ideal bir sığınaktı. Söz konusu tapınaklardaki Tanrılara muhtelif armağanlar ve güzel kokular sunan adaklar adayıp hayvanlar kurban eden Câhiliye Araplarının Yahudi ve Hıristiyanlar gibi oruç tuttukları keza çocuklarını sünnet ettirdikleri bilinmektedir. Gusül ve ölülerin yıkanıp kefenlenmesi gibi uygulamaların da var olduğu bilinse de yaygınlık dereceleri hakkında net bir kanaat yoktur.
Önemli işlerinin halli konusunda putlardan yardım dileyen onlar önünde çektikleri fal okları ile problemlerine çözüm arayan ve bütün bunları dinî bir vecibe haline getiren Müşrik Araplar kuşların uçuşuna ya da hayvanların yönüne bakarak kehanette bulunurlar; nazardan korunmak için de muska ve tılsımlara başvururlardı. Eşyalarının yanı sıra çanak çömlekle gömülen ölüleri için de adakta bulunurlar; mezarlarına da heykel veya taşlar dikerlerdi.
Haniflik

İslâmın ortaya çıkmasından hemen önce hem Kureyş putperestliğine karşı gösterdikleri dirençle hem de kitap ehli Hristiyanlık ve Yahudiliğe karşı koydukları mesafeli tutumla dikkatleri üzerlerine çekmiş olan Hanifler tevhid inancının bütün yarımada boyunca yayılmasında ve İslâmın ortaya çıkmasında hazırlayıcı bir rol oynamışlardır. Sayılarının azlığına ve zühdü temsil eden münzevi ve münferit yaşamlarına rağmen hem sürdükleri sade hayat biçimiyle hem de soy bilgi ve kültür bakımından temsil ettikleri değerlerle Câhiliye döneminin öne çıkan unsurları olmayı başarmışlardır. Kurânın da övgüyle andığı (el-Hac 22/30-1) bu zümre tevhid esasına dayandığını söyledikleri Hz. İbrahim dininin muhtelif coğrafyalara taşınmasında önemli rol oynamıştır.
Yahudilik


İslâm öncesi Arap toplumu içinde kitabî iki dinden biri olan Yahudiliğin Yemen ve Yesrib bölgeleri dışında fazla bir müntesip bulmadığı görülmektedir. Söz konusu bölgelerin Yahudilikle tanışması bir yandan M.Ö. VI. yüzyılda Kudüsün işgal edilmesi diğer yandan da Romanın Suriye ve Filistin bölgelerinde sıkı takibat yapması sonucunda Hicaz'ın bu bölgelerden gelen Yahudilerin göç alanı haline gelmesi sırasında gerçekleşmiştir. Daha ziyade Medine Hayber Fedek Teyma ve Vâdiülkurâ gibi bölgelere yerleşen söz konusu Yahudilerle milâdi II. veya III. yüzyılda aynı bölgeye göç eden Yemen asıllı Evs ve Hazrec kabileleri arasında yaşanan gerginlik Yahudiliğin bu bölge Arapları üzerinde kayda değer bir etki bırakmasını önlemiştir. Her ne kadar gerek bölgede faaliyet gösteren Yahudi tüccarın etkisiyle gerekse Yemen'in Himyerî hükümdarı Zû Nüvâs'ın Yahudi olmasıyla Yahudilik Arap yarımadasının güney batısında genişleme imkânı bulmuşsa da bu dinin milli bir din kabul edilmesi Yahudilerin kendilerini diğer din mensuplarından üstün görmeleri Yahudi ahkâmının bedevi yaşam tarzına uygun olmaması gibi nedenlerle bu din Araplar üzerinde fazla rağbet görmemiştir.
Hristiyanlık


Yahudiliğin İslâm öncesindeki Arap toplumu üzerinde bu nedenlerle sınırlı bir etki yaptığından bahsederken Hıristiyanlığın çok daha etkin bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Hıristiyanlığın Arap yarımadasına girişi milâdi IV. asırdan itibaren kuzeyde Suriye güneyde ise Habeşistan yoluyla gerçekleşmiştir. Suriye bölgesinden gelen Hıristiyanlar doğu kiliseleri arasındaki mezhep ihtilafları nedeniyle Bizans topraklarında barınamayan muhalif gruplardan oluşmaktaydı. Bunlar başlangıçta Kuzey Arabistan'daki Gassânî ve Hire Arapları arasında etkili olmuşlarsa da zamanla birçok Arap kabilesinin daha Hıristiyanlaşmasına yol açmışlardır.
Güney Arabistan'da Hıristiyanlığın yayılması ise daha ziyade Habeşliler eliyle gerçekleşmiştir. Necran'ı bu dinin Arabistan topraklarındaki önemli merkezlerinden biri yapmaya çalışan Habeşliler dışında Sâsânîler karşısında bölgede üstünlük kurmak isteyen Roma İmparatorluğu'nun verdiği desteğin de Hıristiyanlığın gelişmesinde etkili olduğunu belirtmek gerekir. Özellikle Himyerî Kralı Zû Nüvâs'ın Yahudiliği seçmesiyle başlayan bölgenin Yahudileştirilmesi sürecinde Hıristiyanlık Güney Arabistan'da büyük güç kaybına uğramışsa da gerek Bizans İmparatorluğu'nun gerekse Habeşistan Krallığı'nın devreye girmesiyle bölgenin yeniden Hıristiyanlaştırılması sağlanmıştır. Hatta Güney Arabistan'da hedeflerine ulaşan Habeşistan kuvvetleri valileri Ebrehe vasıtasıyla Hicaz bölgesine kadar ilerlemişlerse de başarılı olamamışlardır.
Hıristiyanlığın Arap yarımadasında kolay yayılmasında bu dinin putperestliğin iptidai ve sade yapısına nispetle çok daha gösterişli bir görünüm arz etmesinin de etkili olduğu üzerinde durulmuş; Hıristiyan kültürünün ayinleri dinî kıyafetleri görkemli mabetleri heykelleri ve ikonaları ile Araplar üzerinde belli bir cazibe oluşturduğu dile getirilmiştir. Nitekim Araplar arasında Hıristiyanlığın şeklî cazibesini anlatan şiirlerin kaleme alınması da bunu teyit etmektedir. Bunda Hıristiyan misyoner ve rahiplerinin yoğun propagandalarının da önemli bir etkisi olmuştur. Ana yayılma alanı Kuzey Arabistan olan ancak yarımadanın sahil bölgeleri ile Yemende de etkisini gösteren Hıristiyanlığın kabul gördüğü Arap kabileleri arasında Kudâa Gassan Lahm Tağlib Bekr Behrâ Âmile Süleyh ve İyâd'ı saymak mümkündür.
Ayrıca Yemen ve Irak dolaylarında sayıları az da olsa yıldızlara ve diğer gök cisimlerine tapanlara rastlandığı gibi Bahreyn civarında da ateşe tapan Mecusiler bulunmaktaydı.

alıntıdır...


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

D- CAHİLİYE DEVRİ ARAP HUKUKU:
Giriş:
Medenî ve yerleşik milletlere nisbeten farklı, yabanî karakter ve davranışları olduğu veya gerçek ve bir Allah inancından uzak oldukları, yahut da ilm-u irfan ile alâkaları bulunmadığı için İslâm'dan önceki araplara "câhiliye devri arapları" denmiştir. Bu millet iki ana koldan gelmiştir. Kahtâniler ve Adnânîler. Birincisi Arabistan yarımadasının güneyinde, ikincisi ise kuzeyinde yaşamış ve bir çok kollara ayrılmıştır.(21)
İslâm ile muhâtap olan câhiliyye devri Araplarının ictimâî durumlarına göz atılınca bedevîlik, kabilecilik ve gezginciliğin hâkim olduğu görülür. Bu vasıflar onların büyük millet olmalarını önlemiştir. Bir soya bağlı kabîle diğer kabîlelere karşı kendini üstün görmüş, dar bir tesânüd içinde kabile ferdleri yekdiğerine bağlanmış, hakta ve batılda birbirini desteklemişlerdir. Bu, ardı arkası kesilmez kabîle savaşlarına, baskın ve yağmalara yol açmıştır.
Devamlı savaş ve taşınma, güçlü kuvvetli erkeklere ihtiyaç gösterdiği için kız evlât horlanmış, yine ictimâî iktisâdî ve coğrâfî şartlar sebebiyle ziraat, ticaret ve zenaatla meşgul olunmamıştır.
Bedevî arapların bu durumlarına karşılık yerleşik araplar "daha çok güneydekiler" şehirlere yerleşmiş, ziraat, ticaret ve çeşitli zenaatlerde bir hayli ilerlemişlerdir.
Câhiliyye devri araplarının ahde vefa, misâfire ikram, izzet-i nefis, yiğitlik ve yüreklilik, doğruluk, komşuluğa riâyet, af gibi güzel huyları ve davranış kuralları da vardır.
Hülâsa etmeye çalıştığımız bu ictimâî, iktisadî ve siyâsî durum şüphesiz İslâm öncesi arapların hukukî hayatlarına da tesir etmiştir.
İnsan için cemiyet, cemiyet için hukuk nizamı, kanun zarûrîdir. Bu zaruret istisna tanımaz. Ancak hukuk her zaman yazılı, düzenlenmiş kanunlara dayanmaz. Bazen örf, âdet ve gelenekler kanunların yerini alır. İşte câhiliye devrinde de durum böyledir.
Arapların umûmî bir hükûmetleri olmadığı gibi teşrî ve kazâ mercii de yoktur. Aralarında anlaşmazlık çıktığı zaman kabile başkanı veya kâhine baş vurulur.
Bunlar âdet ve an'aneye göre hükmederler. Fakat hükmün icrası için muayyen bir usûl de mevcut değildir. Hükmü veren veya hak sahibinin manevî nüfuzu burada rol oynamaktadır.(22)
İslâm câhiliye âdet ve hukukunu ele almış; bunlardan bir kısmını bazı kayıt ve şartlara bağlayarak bırakmış, bir kısmını da ilgâ etmiş, kaldırmıştır.
Kur'ân-ı Kerim, hadis, edebiyat ve tarih kitaplarının bize kadar naklettiği bilgilerden faydalanarak câhiliye devri hukukunu şöylece özetlemek mümkündür:

A- AİLE:
1- Evliliğin Çeşitleri:
Câhiliyye devrinde çeşitli evlenme şekillerine rastlanmaktadır:
a) İslâm'ın bazı kayıt ve şartlarla devam ettirdiği evlilik (nikâh). Buna göre bir erkek, veli veya babasından kızı ister, muayyen bir meblâğ (mehir) verir ve onunla evlenirdi.(23)
b) Trampa şeklinde evlilik: İki kişi kızlarını veya velisi bulundukları kadınları veya kızları mehirsiz değişir ve evlenirlerdi. (Nikâh'u şigâr). İslâm'da hadisle menedilmiştir.(24)
c) Analıkla evlenmek: Ölen kişinin başka kadından olan en büyük oğlu analığını melirsiz almak, yahut onu mehri mukabilinde başkasına vermek, yahut da ölünceye kadar evlenmesine mâni olup mirasına konmak hakkına sahip idi. (Nikâhu'l-makt). İslâm bu çirkin âdeti de kaldırmıştır.(25)
d) İki kız kardeşle birden evlenmek ve sınırsız olarak birden fazla kadınla evlenmek mümkün idi. İslâm birincisini menetmiş,(26) ikincisini kayıt ve şartlara bağlayarak, en çok dört ile sınırlamıştır.(27)

2- Evlenme Mânileri:
Yakın akraba ile evlenmek memnû idi. Ezcümle analar, kızlar, hala ve teyzelerle evlenilmez. Ayrıca evlâtlık da gerçek evlâd gibi telâkki edilirdi. Evlâtlık hariç diğer hısımlarla evlenmeyi İslâm da menetmiştir.(28)

3- Mehir:
Veli veya babası, evlendi
rdiği kız yahut kadının mehrini kendileri alır, kızlara bir şey vermezlerdi.
İslâm bunu menetmiş, mehrin kadına ait bir hak olduğunu bildirmiştir.(29)

4- Evliliğin Sona Ermesi:
Evliliği sona erdiren, karıyla kocayı ayıran sebebler vardır:

a) Talâk (boşama):
Erkek karısını tatlik eder, boşar ve reddederdi; bunun bir sınırı yoktu. Meselâ on kere boşamak ve her defasında bundan vazgeçerek evliliğe avdet etmek mümkün idi. Bunu karısına sormadan koca yapardı.
İslâm boşamayı -buna ihtiyaç ve zarûret bulunmak şartıyle- üçe indirmiştir.(30)

b) Hulü':
Kadın veya velisi, muayyen bir meblâğ vererek kocanın boşamasını temin eder. Para karşılığında boşama iki tarafın pazarlık ve anlaşmalarına bağlıdır.
İslâm bunu prensip olarak kabul etmiş, fakat kayıt ve şartlara bağlamıştır.(31)

c) İlâ:
İlâ kelimesinin lüğat mânası yemindir. Koca, karısına yaklaşmamak üzere yemin eder, bir veya iki yıl hitamında -yaklaşmazsa- onu boşamış sayılırdı.
İslâm bekleme süresini dört aya indirmiş, süre sona erince kocanın, bir bâin veya ric'î tâlâk ile boşamış olacağına hükmetmiştir.(32)
d) Zıhâr:
"Zahr" sırt, "zıhâr" ise sırt üzerine yemindir; karıya karşı: "Sen bana anamın sırtı gibisin" denmek suretiyle icrâ edilir ve kadın boşanmış sayılırdı.(33)
İslâm zıhârı boşama saymamış, ancak keffâreti gerektiren bir yemin telâkki etmiş, "bir köle azat etmek, gücü yetmezse iki ay oruç tutmak, bunu da yapamazsa altmış fakiri doyurmak"tan ibaret olan keffâreti ödemedikçe kadına yaklaşmayı menetmiştir.(34)

e) İddet:
Boşanan veya kocası ölen kadının rahminin boş olduğunu kesin olarak anlama sebebine dayanan iddet, kadının bir müddet beklemesi, bu müddet içinde evlenmemesi demektir. Câhiliyyet devrinde kocası ölen bir kadın bir yıl beklerdi ve âdeta işkence çekerdi.
İslâm bunu kaldırmış, iddeti makul ölçüler içinde tutmuştur.

5- Vasiyyet ve Miras:
a) Vasiyyet:
Vasiyyet ölüme bağlı bir tasarruftur. Bununla muayyen bir mal bir kimseye temlik edilir. Câhiliye devrinde araplar -vâris olsun başkaları olsun- herkese, istenildiği kadar malın vasiyet edilebileceğini kabul etmişlerdi.
İslâm bunu, sadece mirascıların dışındaki kimselere ve terikenin üçte birine tahsis etti. Üçte birden fazla vasiyyetin ifası vârislerin rızasına bağlıdır. Vârise vasiyyet yoktur.

b) Mirâs:
Ölünün malının başkalarına intikali iki sebep ve bağa istinad ediyordu:

aa) Kan hısımlığı:
Ölünün büyük erkek çocukları vâris olurdu. Kadınlar, kızlar ve silâh taşıyamıyan çocuklar vâris olamazdı. Eğer büyük oğul yoksa kardeş, amca gibi diğer erkek kan hısımlarına intikal ederdi.

ab) Anlaşma ve akid:
Evlâd edinme, kardeş olma veya miras mukavelesi yapmak suretiyle de kişilerin yekdiğerine vâris olmaları mümkün idi.
İslâm, miras üzerinde büyük değişiklikler getirmiştir.

B- MUÂMELÂT (Borçlar ve Eşya) HUKUKU:
İslâmdan önce araplar şirket, alış-veriş gibi bazı hukukî akit ve muâmele şekillerini tanımışlardır:

1- Şirket Akdi:
Hz. Peygamber ve sahâbenin hayat hikâyelerinde, İslâm'dan önce ortaklık akdinin bilindiğini gösteren ifadeler vardır. Hz. Peygamber (a.s.) nübüvvetten önce es-Sâib b. Ebî's-Sâib ile ortaklık etmiştir. Mekke'nin fethinde ortağı kendisine gelince Rasûlullah ona şöyle hitab etmiştir: "Benim ortağım idin; hem de ne iyi ortak! Ne anlaşmazlık çıkarırdın ne de münâkaşa!"(35)

2- Mudârabe veya Kırâz Akdi:
Bir taraftan sermaye, diğer taraftan iş ve ticaretin meydana getirdiği bir nevi ortaklıktır. Sermaye sahibi kârın bir miktarını alır. Araplar arasında yaygın olan bu muâmeleyi İslâm ıslâh ederek benimsemiştir.(36)

3- Selem Akdi:
Peşin para ile sonradan teslim edilecek, hali hazırda mevcut olmayan bir malı satın almaktır.
Hz. Peygamber Medine'ye geldiği zaman, bir iki yıllığına bu akdi yaptıklarını görmüş "ölçü ve zaman belli olsun" buyurmuşlar,(37) küçük değişiklikler ile devam ettirmişlerdir.

4- Borçlanma ve Fâiz:
Paraya ihtiyacı olanlar, paralı kimselerden ödünç alır, muayyen zaman sonunda faiziyle öderlerdi. Ödeme, zaman geldiği halde yapılmazsa alacaklı borçluya "ya öde, ya artır" derdi. Borçlu "şu kadar zaman sonra şu kadar fazlasıyle ödeyeyim" der ve böylece faiz katlanarak devam ederdi.(38)
İslâm faizin bütün nevilerini kaldırmıştır.
5- Rehin:
Borcun ödenmesini garanti altına almak maksadıyle alacaklı borçludan rehin alırdı. Borç ödenmediği takdirde rehin olarak bırakılan mal alacaklının olurdu.
İslâm rehnin bu şekilde maledilmesini menetmiştir.(39)

6- Alış-veriş Şekilleri:
Çeşitli alış-veriş şekilleri vardır. İslâm bunlardan bir kısmını (karşılıklı rızâya dayanmayan, mechul bir unsur ihtiva edenlerini...) menetmiştir:

a) Münâbeze, mülâmese ve hasât bey'i:
Satılacak şeye elbisesini atmak, eli ile dokunmak veya üzerine çakıl taşı atmak suretiyle -aldım, sattım sözleri kullanılmadan- alış-veriş yapılırdı.
İslâm bunları mentemiştir.(40)

b) Hileli arttırma (necş):
Alma niyeti olmadığı halde mal arttırılır, müşterinin daha çok para vermesi temin edilirdi.
Bu da menedilmiştir.(41)

c) Borçlunun satılması:
Roma hukukunda gördüğümüz gibi burada da borcunu ödemiyen kimsenin satılması âdeti vardı. İslâm bunu da yasaklamıştır.(42)

C- CEZÂ HUKUKU:
1- Kısas:
Araplar "ölümü en iyi ölüm yok eder" derler, bununla kısası kastederlerdi. Ancak onların anlayış ve tatbikatına göre sadece katil değil, onun bütün yakınları sorumlu sayılır, intikam için kısasa dahil edilir, kısas şahsî öç alma şeklinde uygulanırdı.
İslâm, "kimse, kimsenin günahını yüklenmez" prensibini getirmiş,(43) kısasın hükme bağlanması ve infâzını ilgili hâkimin selâhiyetine dahil etmiştir.
2- Diyet:
Taammüden ve kasten olmayıp hatâ yoluyla meydana gelen katil hadiselerinde diyet tatbik edilir ve katilin kan hısımları da ödemeye iştirak ederlerdi.
İslâm bunu ibka ettiği gibi, amden (kasten) öldürme olayında da -maktûlün velisi razı olursa- diyeti getirmiştir.

D- MUHÂKEME USÛLÜ:
1- Kasâme:
Katili mechul cinayetlerde maktûlûn bulunduğu köy veya mahalle ahâlisinden 50 kişinin "Öldürmedik ve öldüreni de görmedik" diye yemin etmelerine "kasâme" denir. Bunu taleb etmek, maktûl velisinin hakkıdır.
İslâm bu usûlü kabul etmiştir.(44)

2- İsbat:
Dâvacı iddiâsını şahid (beyyine) ile isbata çalışır, bunu yapamadığı takdirde dâvalıya yemin teklif ederdi.
İslâm da prensip olarak bu usulü benimsemiş,(45) ayrıca muhâkeme usûlünü adâletin kısa sürede gerçekleşmesini sağlayacak şekilde geliştirmiştir.

21. C. Zeydân, age., C. I, s. 8 vd.
22. age, s. 18 vd.
23. eş-Şevkânî, Neylü'l-evtâr, c. VI, s. 168 (Buharî'den).
24. en-San'ânî, Sübülü's-selâm, c. III, s. 161.
25. en-Nisâ: 4/19, 32.
26. en-Nisâ: 4/23.
27. es-Sân'ânî, age., C. III, s. 175, eş-Şevkânî, age., C. IV, s. 178. en-Nisâ: 4/3.
28. en-Nisâ: 4/23.
29. en-Nisâ: 4/4. el-Hudârî, Târihu't-teşrî, s. 78.
30. el-Bakara: 2/230, 232.
31. Mukayeseli İslâm Hukuku, s. 311 vd.
32. eş-Şevkânî, age., C. VI, s. 271; H. K., age, s. 321 vd.
33. el-Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, C.III, s. 418.
34. el-Mücâdile: 58/2-4.
35. Ebû Dâvûd, el-Edeb, bâb: 17; İbn Mâce, et-Ticârât, bâb: 63; İbn Hanbel, Müsned, C. III, s. 425.
36. eş-Şevkânî, age., C. V, s. 278 vd.
37. eş-Şevkânî, age., C. V, s. 239 vd.
38. el-Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, C.I, s. 464.
39. el-Cessâs, age., C. I, s. 528.
40. Age, 530; eş-Şevkânî, Neylü'l-evtâr, C. V, s. 159.
41. eş-Şevkânî, age., C. V, s. 175.
42. Dr. Abdulkerim Zeydân, el-Medhal li-dirâseti'ş-şerî'a, s. 36.
43. el-En'âm: 6/164.
44. eş-Şevkânî, age., C. VII, s. 37.
45. Age, s. 42. Bu konuda (Câhiliye Hukuku) için -dipnotlarda geçen kaynaklardan başka- bak. Ahmed Emin, Fecr'ul-İslâm, s. 225-227; M. Yûsüf Mûsa, el-Emvâl, s. 13-18, Şah Veliyyullah, Huccetüllâhi'l-bâliğa, s. 262-271.



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Cahiliye denilen İslam Öncesi Dönemde insanların çoğu putperest müşrik olmalarına rağmen İslamın da kabul edeceği itikadi, ameli bir çok güzellikleri de devam ettirmişlerdir. İslamın zuhuru sırasında bu müsbet yaşantıyı sergileyen bir çok insan vardı. Peygamberimizin (a.s.) annesi, babası ve özellikle kendisi ne ile amel ediyordu. Bir inanç ve ibadet hayatı var mıydı? gibi konulara açıklık getirmesi bakımından bu konunun açıklanması gerekli olacaktır.
Hanîf kelimesinin menşei ve anlamı hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Menşeinin Arapça, İbranice, Süryanice ve Habeşce bir kökten geldiği hususunda farklı anlayışların olduğu görülmektedir.
Mesudi, Arapçalaşmış Süryanice bir kelime olduğunu ve bununla Sabiilerin kastedildiğini , Yakubi ise bu kelimeyi, Hz. Davud (a.s.)’ın savaştığı Filistinliler için kullanmakta ve onların yıldızlara taptıklarını belirtmektedir . Ancak Arapça sözlüklerde, kelime menşei hakkında bir bilgiye rastlanmadığı halde, manâsının hanefe kökünden “meyletmek, yönelmek” manâsına geldiğini anlamaktayız. Hz. İbrahim (a.s.)’ın kavmine, putperestliğe iltifat etmeyip, Allah’ın dinine İslam’a döndüğü için Hanif denilmiştir. Ebu Amr da Hanîf kelimesini, hayırdan şerre veya şerden hayıra meyleden diye açıklasa da, sözlük manasında ve İslami literatürde mutlak bir manada bir meyletmek değil, “dalaletten istikamete, diğer dinlerden hak dine dönmek” anlamında kullanılmış, haktan batıla yönelmek ise “cnf” köküyle ifade edilmiştir . Şu halde Hanif kavramı, eğriliği bırakıp doğrusuna gideni ifade etmiş ve Hz. İbrahim (a.s.)’ın milletine ad olmuştur ki, başka dinlerden ve batıl mabutlardan çekinip, yalnız bir Allah’a yönelen muvahhid için kullanılmıştır .
Cahiliye devrinde, sünnet olduktan sonra Kabe’yi ziyaret eden kimseye hanîf denilirdi. Zira bu güzellikler Hz. İbrahim ( a.s.) dininden geriye kalanlardan bazılarıydı.
Kur’an-ı Kerim’de hanif kelimesi 10 yerde, çoğulu hunefa ise iki yerde geçmektedir. Bu on iki yerin dokuzunda hanifliğin müşriklikten farklı ve onun karşıtı olduğu belirtilmekte, aynı zamanda sekiz yerde de Hz. İbrahim ( a.s.)’ın imanını ifade etmekte, bu sekiz yerin birisinde de din manâsına gelen millet kelimesi yer almakta, bir yerde de bizzat Hz. İbrahim (a.s.)’ın kendini hanif diye nitelemektedir.
Hanif kelimesi Kur’an-ı Kerim’de bir taraftan Hz. İbrahim (a.s.) ın imanını ifade etmek için ve müşrikliğin karşıtı olarak kullanılırken, diğer taraftan Hz. İbrahim (a.s.) ın Hıristiyan ve Yahudi olmadığı , bilakis ehl-i kitabın hanifler olarak Allah’a kulluk etmekle emrolunduğu vurgulanmaktadır.
Hanifliği, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta aramanın gereği yoktur. Hepsi bir Allah’ın dinidir. Zamanla bazı bozulmalar olmuş, İslam bütün bozulma ve eğrilikleri düzelterek, güzelliklerin devam etmesine müsaade etmiş, yanlışlıkları ise tashih etmiştir. Yoksa Hanifliği Yahudi ve Hıristiyanlığın devamı gibi görmek hatalı olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim, “Ey ehli kitap İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Halbuki Tevrat ve İncil kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan’dı, fakat o bir hanif ve müslümandı, müşriklerden de değildi.” buyurarak hem hanifliğin Yahudi ve Hıristiyanlıktan önce olduğunu kesin bir dille ifade eder, hem de Hz. İbrahim (a.s.)’ın yerini belirler.
İslam ve din-i kayyım’lıkla eş anlamlı olan hanifliğin, Araplardan putlara tapmayan, bir tek ilahın varlığına inanan ve O’na kulluk eden bir cemaate işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunlar hunefa veya ahnef diye de bilinirler ve bizatihi kendileri Yahudi ve Hıristiyan olmadıklarını, Hz. İbrahim (a.s.)’ın dinini takip ettiklerini ve Allah’a şirk koşmadıklarını ifade ederler.
Hanif kelimesinin, Kur’an’daki anlamıyla hadislerde de geçtiğini görmekteyiz. Hz. Peygamber (a.s.) “Allah katında hangi din daha makbuldür?” diye sorulduğunda “kolaylaştırılmış haniflik” diye cevap vermiştir. Buhari’de geçen başka bir rivayete göre , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, hakiki dini aramak amacıyla Şam’a gitmiş, rast geldiği bir Yahudi ve Hıristiyan alimlerine dinlerini sorup, beklediği cevabı alamayınca kendilerine hangi dini önerdiklerini sormuş, onlar da hanifliği tavsiye etmişler, hanifliğin ise İbrahim (a.s.)’ın dini olduğunu, O’nun Hıristiyan ve Yahudi olmadığını, sadece Allah’a kulluk ettiğini belirtmişlerdir.
Peygamberimizin (a.s.), “Allah, kullarımın hepsini hanif olarak yarattım, buyurdu” ifadesi ile “Ben Yahudilik ve Hıristiyanlık ile değil, kolaylaştırılmış haniflikle gönderildim” sözü beraber düşünüldüğünde, hanifliğin, bütün peygamberlerin tebliğinde ortak olan ilkeleri içine aldığı ve İslamın da bu ilke ve esasları yaşatan bir din olduğu ve Hz. İbrahim (a.s.) gibi Hz. Peygamber (a.s.)’ın da aynı dini tebliğ ettiği sonucuna varılabilir.
Netice olarak, cahilî dönemdeki haniflik hakkında farklı görüşler ileri sürülmüşse de , yukarıda ifade edilen rivayet ve izahlar ışığında, bunların Cahiliye toplumu içinde yaşayan muvahhid, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan değil de, Hz. İbrahim (a.s.) dininden geriye kalan bazı güzellikleri, kendi çapında yaşamaya çalışanlara verilmiş genel bir isim olduğu anlaşılmaktadır.
Haniflerin inanç esasları ile ilgili olarak, daha çok dini kaynaklarda bilgilere rastlamaktayız. Cahiliye Arapları nazarında, sünnet olan, Kabe’yi tavaf eden herkes haniftir . Ancak Taberi, bu iki özelliğin yeterli olmadığını, zira bazı müşriklerin de bunu yaptıklarını ifade eder. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de haniflik, müşrikliğin zıddı olarak gösterilmektedir. Öyleyse hanifliğin birinci şartının tevhid ehlinden olmak olduğunu belirtir. Bazı kaynaklar ise bu şartlara, putlardan uzak olmayı, cünüplükten dolayı yıkanmayı da eklemişlerdir .
Haniflerin putlar adına kesilen daha geniş ifadesiyle, Allah’tan başkası için kesilen kurbanların etlerinden yemedikleri, içki içmedikleri nakledilmekte , genel olarak haniflik vasfının, haccetmek, hakka tabi olmak, Hz. İbrahim(a.s.)’ın getirdiği şeriata uymak ve sadece Allah’a kulluk etmek olduğu ifade edilmiştir.
Bu dönem haniflerinin temel özelliklerinden biri Yahudi ve Hıristiyanlığa iltilaf etmeyip, çevrelerindeki putlardan ve putperestlerden yüz çevirip, İbrahim (a.s.)’ın ilahı olan bir Allah’a ibadet etmeleridir. Zeyd b. Amr b. Nufeyl gibi bazıları İbrahim (a.s.)’ın dini olan gerçek dini aramaya çıkmış, bir kısmı halkı putlardan uzaklaştırmaya çalışmış, bazıları da teemmül ve tefekkür için inzivaya çekilmiştir. Tarihçilerin ifadesine göre, bunların bazıları okur yazar oldukları gibi, bazı dilleri bilirler ve seyahate çıktıkları için de oldukça kültürlü sayılırlardı.
O dönemde bizzat hanif olarak zikredilen pek çok kişinin isimleri geçmektedir. Bunlardan bazıları, Kus b. Saide el-İyadi , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl , Umeyye b. Ebi’s-Salt, Erbab b. Riab, Süveyd b. Amr el-Müstalaki, Ebu Kerb Es’ad el-Himyeri, Veki’ b. Seleme el-İyadi, Umeyr b. Cündeb el-Cüheni, Adi b. Zeyd el İbadi, Ebu Kays Sırme b. Ebu Enes, Seyf b. Züyezen, Varaka b. Nevfel el-Kureşi, Amir b. Zarb el-Udvani, Abdüttabiha b. Sa’leb, İlaf b. Şihab et-Temimi, Mütelemmis b. Umeyye el-Kenani, Züheyr b. Ebi Sülma, Halid b. Sinan el-Absi, Abdullah el-Kudai, Abid b. Ebras el-Esedi, Ka’b b. Lüey gibi zatlardır.
Cahiliye döneminin kayda değer hanif şahsiyetlerden ve Kureyşin hanifliği yaşatanlarından Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş bilhassa zikredilmesi gerekenlerdendir. O günün içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından önem arz etmektedir .
Varaka b. Nevfel eski kitapları okuyan alim bir kimseydi . Peygamber (a.s.)’a onun durumu sorulmuş, O’da, “onu üzerinde halis bir ince ipek elbise olduğu halde Cennet’in ortasında yürüdüğünü gördüm” buyurarak güzel yaşantısının akibetini haber vermiştir.
Süveyd b. Amir el-Mustalaki’nin şiirlerinden muvahhid, olduğu ve İbrahim (a.s.)’ın dinine meylettiği anlaşılmakta, Ebu Kerb b. Es’ad el-Himyeri ise, Hz Peygamber (a.s.)’dan çok önce onun geleceğini haber vermiş ve iman ettiğini ifade etmiştir. Veki’ b. Seleme “Sıddik” olarak bilinmekte, İslam’dan önce vefat eden Umeyr b. Cündeb, ise tevhid inancını benimseyenlerdendi. Yine Adi b. Zeyd el-İbadi de putlardan uzaklaşıp, İbrahim (a.s.)’ın Rabbine ibadet edenlerdendi. Bilahare Medine’de müslüman olmuştur. Seyf b. Züyezen de, Varaka b. Nevfel gibi Hz. Peygamber (a.s.)’ın geleceğini müjdelemiş ve onun zamanına yetişirse O’nunla beraber Medine’ye gideceğini bildirmiştir.
Bu dönem haniflerinin ortak özelliklerini şöylece özetlemek mümkündür:
Putları ve her türlü şirki reddetmek, mensubu bulundukları kavmin yanlış adet ve inanışlarına karşı çıkmak, cehaletin ortadan kaldırılması için faaliyette bulunmak, kavimlerinin baskılarından kurtarmak için onlardan uzaklaşarak inzivaya çekilmek ve yaratıcıyı düşünmektir. Tarihçiler, haniflerin bazılarının kutsal kitapları, sayfaları ve Zebur’u okuduklarını, bir çoğunun Hz. İbrahim’in dini üzere yaşadığını, bir kısmının da onun kelimelerini aradıklarını, bu uğurda çeşitli sıkıntılara katlandıklarını, yolculuklara çıktıklarını, rahip ve hahamlarla görüşüp onlara sorular sorduklarını, ancak aradıklarını bulamadıkları için Yahudilik ve Hıristiyanlığa girmediklerini, İbrahim (a.s.)ın dinine inanmış olarak öldüklerini bildirmektedir.

alıntıdır...


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Cahiliye dönemi din anlayışı

87673770wa3

1- CAHİLİYE

a) Cahiliye Kelimesi:[1]

Cahiliye “chl” kökünden türemiş bir kelimedir. Lisanul Arab’a göre kısaca “bilgisizlik” anlamına gelir.

Ragıp el-İsfahani e- Müfredat’ında üç değişik ve geçerli anlamının olduğunu aktarır. Bunlar:

-        Nefsin bilgiden yoksun olması,

-        Herhangi bir konuda doğru olanın tersine inanma,

-        Herhangi bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma.

Cücani Tarifat’ında bu kelimenin terim anlamını şöyle açıklar: “İslamdan önceki devir. Bu devir, İslamın yasak ettiği, putperestlik, kan davası, haydutluk, yağmacılık, fuhuş, kız çocuklarının diri diri gömülmesi gibi kötülükler devri.”[2]

Cahiliye dönemi denilince kişinin aklına şunlar gelir. Bedeviliğin hakim olduğu, çevredeki diğer toplumlara nazaran medeniyetin geri olduğu, bilgisizlik ve gaflet içerisinde kalmış, yazılı tarihleri olmayan, göçebe, azgınlıklarını önleyici hiçbir yazılı bir kanuna sahip olmayan ve putlara tapan insanların oluşturduğu İslam öncesi çağa verilen isimdir.

b) Kur’anda Cahiliye:

Kur’an’da cahiliye dönemini anlatan dört ayet yer almaktadır. Bu ayetlerin hepsi de Medine’de inmiştir. Mekke’de Cahiliye hakkında hiçbir ayetin inmemesinin nedeni daha o dönemde Cahiliye huylarından vazgeçmemiş olmalarıdır.

ثُمَّ أَنْزَلَ عَلَيْكُ 05;ْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً &# 1606;ُعَاسًا يَغْشَى طَائِفَة 11; مِنْكُمْ وَطَائِف 14;ةٌ قَدْ أَهَمَّت 18;هُمْ أَنْ ;فُسُهُمْ يَظُنُّو 06;َ بِاللَّه 16; غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِ 04;ِيَّةِ يَ ;قُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْأَمْر 16; مِنْ شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الْأَمْر 14; كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُون 14; فِي أَنْفُسِ 07;ِمْ مَا لَا يُبْدُون 14; لَكَ يَقُ&# 1608;لُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنْ الْأَمْر 16; شَيْءٌ مَا قُتِلْنَ 75; هَاهُنَا ; قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فِي بُيُوتِك 15;مْ لَبَرَزَ الَّذِين 14; كُتِبَ عَ&# 1604;َيْهِمْ الْقَتْل 15; إِلَى مَضَاجِع 16;هِمْ وَلِيَبْ 78;َلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُو&# 1585;ِكُمْ وَلِيُمَ 81;ِّصَ مَا فِي قُلُوبِك 15;مْ وَاللَّه 15; عَلِيمٌ بِذَاتِ ا&# 1604;صُّدُورِ ;[3]

“Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi dertlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliyye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah’ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: «Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı». Bu, Allah’ın içinde olanı denemesi, kalplerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.”

أَفَحُكْ 05;َ الْجَاهِ 04;ِيَّةِ يَبْغُون 14; وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُو 06;[4]َ

“Cahiliyye devri hükmünü mu istiyorlar? Yakınen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?”

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِك 15;نَّ وَلَا تَبَرَّج 18;نَ تَبَرُّجَ الْجَاهِ 04;ِيَّةِ الْأُولَ 09; وَأَقِمْ 06;َ الصَّلَا 77;َ وَآتِينَ الزَّكَا 77;َ وَأَطِع ;ْنَ اللَّهَ وَرَسُول 14;هُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِ 76;َ عَنْكُم ;ْ الرِّجْس 14; أَهْلَ الْبَيْت 16; وَيُطَهّ 16;رَكُمْ تَطْهِير 11;[5]ا

“Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye’de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin; Allah’a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.”

اِذْ جَعَلَ الَّذِين 14; كَفَرُوا فِي قُلُوبِه 16;مُ الْحَم ;ِيَّةَ حَمِيَّة 14; الْجَاهِ 04;ِيَّةِ فَاَنْزَ 04;َ اللَّهُ سَكِينَت 14;هُ عَلَى رَسُولِه 16; وَعَلَى الْمُؤْم 16;نِينَ وَاَلْزَ 05;َهُمْ كَلِمَةَ &# 1575;لتَّقْوٰ ;ى وَكَانُو 75; اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَ 07;َا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ ش&# 1614;يْءٍ عَلِيمً[6]ا

“İnkar edenler, gönüllerindeki cahiliyye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde, Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir.”

Bu dört ayette dört farklı ibare kullanılmaktadır. Bu ifadeler şunladır; ظَنَّ الْجَاهِ 04;ِيَّةِ , حُكْمَ الْجَاهِ 04;ِيَّةِ , تَبَرُّجَ الْجَاهِ 04;ِيَّةِ ve حَمِيَّة 14; الْجَاهِ 04;ِيَّةِ ifadeleridir. Bu tabirlerin hepsi de cahiliye adetlerini yermek için kullanılmıştır.

2- CAHİLİYE DÖNEMİNDE TANRI ANLAYIŞI

Cahiliye döneminde insanlar birden çok tanrı olması gerektiğine inanıyorlardı. Onlar bütün bu karmaşık işleri evrenin yaratılmasını ve yönetilmesini bir kişinin yapamayacağı anlayışı içerisindeydiler. Bunun için bir çok putperest toplum gibi birden çok tanrı icat ederek Tanrı olgusunu zihinde basit işleyişte daha karmaşık bir yapıya dönüştürmeye çalışıyorlardı. Zira bir tek tanrı olması insanların davranışlarını kısıtlar. Her zaman o bizi görüyor anlayışına sebep olur. Bu onların fiziksel bir tanrı icat etme zorunluluğuna itmiştir.

Cahiliye döneminde ilk putun Mekke’ye getirilişinin şöyle olduğu rivayet edilir. Mekke ileri gelenlerinde Amr b. Luhay bir deri hastalığına tutulur ve iyileşmesi için Belka denilen bir yere şifalı sulardan sıhhat bulmaya gider. Orada kaldığı süre içerisinde insanların yakuttan yapılmış bir heykele tapl-tıklarını görür. Bunun ne olduğunu sorduğunda onlar bu heykelin kendilerine yağmur yağdırdığını söylerler. Bu Amr’ın çok hoşuna gider ve bundan Mekke’de çok para kazanabileceğini düşünür ve bir tane bu puttan satın alır. Bu putun adı Hübeldir. Mekkeliler önceleri buna pek inanmasalar da zamanla bu heykele tapınmaya başlarlar. Artık Mekkelilerin bir putu vardır. Bundan sonra hem Mekkede hem de çevre bölgelerde her iş için bir put icat edilir.

Kurana göre Cahiliye Arapları aslında tek yaratıcı olarak Allah’ı görürler[7] Ancak diğer bütün putların tamamı onlar için birer şefaatçidir.[8] Aynı zamanda bundan vazgeçememelerinin nedeni olarak da babalarını bu yolda bulmalarını da bahane ederler.[9]

Mekke ve çevresinde bulunan bazı putlar şunlardır: Lât, uzza, Menat, Zülhalasa, Fels, Riam, Ruda, Nesr, İsaf, Naile, Ved, Suva, Yauk. Son üçünün Hz. Nuh’un kavminden mümin kimseler olduğu rivayet edilir.

İslamdan önce Arab yarımadasında haniflik de vardı. İnsanların çoğu bu inancı bilir ve bu inanışa sahip olan insanları sever ve sayarlardı. Peygamberler ve geçmişle ilgili bazı meseleleri onlara danışırlardı. Bunun bir örneğini bir ilk vahiy geldiğinde Hatice’nin mesleyi Varaka b. Nevfel adlı hanife sormayı uygun görmeleridir.

Bilinen bazı hanifler şunlardır. Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş, Zeyd b. Amr, Kuss b. Saide, Ümeyye b. Ebissalt.

3- CAHİLİYE DÖNEMİNDE DOĞAÜSTÜ ÇABALAR

İslam öncesi dönemde en yaygın davranış biçimleri büyü, falcılık ve kahinliktir. Bunların hepsi de doğaüstü varlıklarla ilişki içerine girme çabasıyla ilgilidir.

a) Falcılık:

Cahiliye döneminde fal çok yaygındı. Bu faaliyetlerden en yaygını Ezlam adı verdikleri faaliyettir. Ezlam “zlm” kökünden türemiş bir kelimedir. Kesmek , inceltmek ve düzeltmek gibi anlamlara gelir. Ezlam ise ucunda demir parçası olmayan oka verilen isimdir.

Cahiliye Araplarının yolculuğa çıkma, çocuk sahibi olma, evlenme, ticaret yapma, su kuyusu açma, kumar oynama gibi riskli işlere başlamadan önce başvurdukları bir fal türüdür.

Bu falda, okların ucunda yap, yapma gibi ifadeler yer alır. Rastgele bir çekim yaparlar ve çıkan sonuca göre hareket ederler.

Tarihçiler iki tür ezlamdan söz ederler.

Fal Okları: Bu da iki türdür. Üçlü ve yedili.

Kumar Okları: On oktan oluşur. Üçü boştur. Diğerlerinde hisseler yazılıdır. Herkes çekim yapar ve hissesine düşene razı olur. Buna “meysir” de denir.

Kuranda iki yerde ezlam kelimesi geçer:

وَأَنْ تَسْتَقْ 87;ِمُوا بِالْأَز 18;لَامِ ذَلِكُمْ فِسْق[10]ٌ

“…fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır…”

يَاأَيُّ 07;َا الَّذِين 14; آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْر 15; وَالْمَي ;ْسِرُ وَالْأَن 89;َابُ وَالْأَز 18;لَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ ال&# 1588;َّيْطَان ;ِ فَاجْتَن 16;بُوهُ لَعَلَّك 15;مْ تُفْلِحُ 08;ن[11]َ

“Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.”

Fal gelecek hakkında yani gayb için bilgi edinme çabası olarak da görülebilir. İslam önce si Araplarda bu faaliyetin çok yaygın olduğunu daha önce söylemiştik. Çok yaygın olmasından ötürü fal için birçok kelimeler de vazedilmiştir. Bu tabirlerin en yaygınları şunlardır:

-        Tefe’ul: Gelecek hakkında iyimser sonuçlar elde etmek için başvurulan bir yöntemdir.

-        Teşe’um: Gelecek hakkında kötümser sonuçlar elde etmek için başvurulan yöntemdir.

-        Tıyare: Herhangi bir şeyde uğursuzluk var mı diye araştırma yapmadır.

Bu çalışmaların hepsi de gayb hakkına bilgi edinme amacı gütmektedir. Bu Araplarda çok ilgi duyulan bir meseledir. Çünkü onlar tamamen günlük yaşamayı adet edinmiştir.

Cahiliye çağında bir çok fal yöntemi ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

-        Hattu’r Reml: Toprak üzerine bir takım çizgiler çizerek bakılan fal türüdür.

-        Zecr, Tıyare, Iyafe: Hayvan ve insanların hareketlerine bakılarak bakılır.

-        Irafe: Su dolu bir kaba bakılarak yapılır. Bu işi yapanlara Arrâf  denir.

-        İhtilac: İnsan vücudundaki kasların seğirmelerine bakılarak yapılan bir faldır.

-        Tark: Çakıl taşları, bakla, nohut, fasulye gibi şeylerle bakılan fala denir.

-        Firaset: İnsanların fizyolojik özelliklerine bakılarak yapılan faldır.

Kurana göre gayb hakkında hiçbir kimse bilgi edinemez. Peygamberler dahi gaybı bilemezler. Bu bilgi sadece Allaha mahsustur. Kuranda gayb çok yerde geçmektedir. Ancak biz bir iki örnek vermekle yetineceğiz.

وَلِلَّه 16; غَيْبُ السَّمَا 08;َاتِ وَالْأَر 18;ضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَ 77;ِ إِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَر 16; أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللَّهَ

عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِير[12]

“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir, kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphesiz Allah her şeye Kadir’dir.”

عَالِمُ الْغَيْب 16; فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَد[13]

” Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttalı kılmaz.”

4- SONUÇ

Kısaca sonuç için şunları söyleyebiliriz. İslam öncesi dönem kuralların pek olmadığı, güçlülerin hayatı her yönüyle idare ettikleri, günlük yaşmayı adet edinmiş insanlardan oluşur. İslam bu dönemin üstüne geldiğinde Mekke döneminde sadece Tevhid anlayışını tekrar ihdas etmeye çalışmıştır. Tekrar diyorum çünkü Cahiliyede Allah anlayışı yok değildi. Sadece bozulmuş bir tanrı anlayışı vardı. İslam bu anlayışı tekrar düzenledi.

İslamın bazı konularda ise metodu farklı olmuştur. Fal, büyü, ezlam gibi Cahiliye döneminin ritüelleri tamamen kaldırılmıştır.

Günlük hayattaki uygulamaların da bazıları aynen kabul edilmiş ve uygulanmasında herhangi bir beis görülmemiştir.

Buna göre İslam Cahiliye dönemine karşı üç tür yaklaşım sergilemiştir. Birincisi; o dönemle ilgili bazı şeyleri tamamen kaldırmaktır ki buna örnek olarak fal ve kadınlara karşı yapılan aşırı haksızlıklar gösterilebilir. İkincisi; Cahiliye adetlerini kısmen değiştirerek kabul etmesidir. Buna da tevhit anlayışı örneklik teşkil eder. Üçüncü ve yaklaşımda da Cahiliye ile ilgili bazı konularda hiç değişikliğe gitmemesidir. Buna örnek evlenme merasimleri gösterilebilir.

Bütün bunlardan anlıyoruz ki İslam sanıldığının ve iddia edildiğinin aksine Cahiliye dönemini tamamen silip atmamıştır. Zaten buna gerek de yoktur. Eğer böyle bir anlayışa girmiş olsaydı sosyal yaşamda bir çok güçlüklerle karşılaşılabilir ve İslamın benimsenmesinde yavaş kalınabilirdi.

Not: Yazıyı hazırlayan Y. Lisans dönemimden bir arkadaş ama kimden aldığımı hatırlamadığım için ismini veremiyorum.. Dönem arkadaşlarımdan kim hazırlamışsa kendisine teşekkür ediyor, Hakkını helal etmesini istirham ediyorum… Şayet ben tesbit etemden yazan arkadaş kimse yazının kendia ait olduğunu ifade ederse ismini ekleyeceğimi ifade ederim…


[1]DİA; “Cahiliye”, VII, s. 17.

[2] Cürcani S. Şerif; Ta’rifat, çev: Arif Erkan, Bahar Yay., İstanbul, 1997, s. 82.

[3] Âl-i İmrân; 154.

[4] Maide; 50.

[5] Ahzab; 33.

[6] Feth; 26.

[7] Ankebut; 61.

[8] Zümer ;3.

[9] Araf; 28.

[10] Maide; 3.

[11] Maide; 90.

[12] Nahl; 77.

[13] Cin; 26.


alıntıdır...



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Eyyâm'ul - Arab: (Arapların günleri)

Eyyâm'ul-Arab, umumiyetle sürü hayvanları, otlaklar yahut su kaynaklan üzerinde çıkan ihtilâflardan doğmuş Kabileler arası kıtal ve düşmanlıklardır. Onlar baskın ve yağma maksadıyla birçok fırsatlar ihdas etmişlerdir; gayeleri, savaş halinde bulunan kabilelerin en büyük savaşçıları arasında teke tek vuruşma (mubâreze) flar şeklinde kahramanlık gösterilerinin hâsıl olması ve çatışan tarafların hatipleri ve şâirleri tarafından acı ve sert hicivlerin karşılıklı serde-dilmesine vesile olmasıydı. Bedevi herzaman çarpışmaya hazır olmakla beraber mutlaka ölüme susamış da değildir. Bu bakımdan onun karşılaştığı hasımlar, bir kimsenin sandığı kadar kan dökücü değillerdi. Mamafih bu Eyyam denen vuruşmalar, Bedevi'lerin yaşadığı topraklarda muhtemel bir nüfûs fazlası meydana gelmesine karşı bir boşaltma musluğu vazifesi görüyordu. Bu topraklar ahâlisi umumiyetle iktisâden geri durumdaydılar ve bunlar için çatışma ve kıtal, devamlı bir şuur haline gelmişti. Bu yüzden kan dâvası, kan gütme, Bedevi'ler arasında dini - içtimâi en kuvvetli müesseselerden biri haline gelmişti.

Bize nakledilmiş olanlara bakacak olursak bu Eyyam vakalarının herbirinde hâdiselerin ortaya çıkışı, aşağı yukarı aynı sebeb ve temele dayanmaktadır. Önce bir kaç kimse bir sınır ihtilâfı yahut bir hakaret sonucu birbirleriyle vuruşmaktadır. Birkaç kişi arasında çıkan bu mesele nihayet herkesin işi ve dâvası haline gelmektedir. Bitaraf herhangi bir kimse veya kabilenin müdâhalesi üzerine nihayet sulh ve salâh tesis edilmektedir. Vuruşmadan daha az zayiatla çıkmış olan kabile, hasmının fazla olan insan zayiatı nisbetinde kan diyeti öder. Halkın hafızasında, hayatta kalan harp kahramanlarının başından geçenler uzun asırlar saklanır.

Yevm'ul-Bu'âs175 vak'asında da böyle olmuştur: Bu vuruşma, Hz. Peygamber ve arkadaşlarının Medine'ye Hicretlerinden bir müddet evvel bu şehirde yani evvelki adıyla Yes r i b 'de yaşayan iki akraba kabile olan Hazrec ve Evs arasında çıkmıştı. Her nevî vuruşmaların yasaklandığı Eşhur'ul-H u r u m yani mukaddes bilinen aylara isabet etmesi dplayı-siyle Eyâm'ul-Ficâr (kudsiyete tecâvüz harbi) adıyla anılmış olan vuruşmalar, bir tarafta Hz. Peygamberin ailesinin mensub bulunduğu K u r ey ş ve müttefikleri Kinane ile, karşı tarafta H e v â z i n arasında çıkmış çatışmalardır. Bu çatışmalardan olan dört karşılaşmadan birine, delikanlılık çağında iken Hz. Muhammed de iştirak etmişti176.

alıntı

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Kahramanlık Çağı

Takriben Milâdî 525'den 622'ye kadar devam eden Câhiliyye Devri boyunca, Arap edebiyatının bu kahramanlık çağından bize kadar gelen birkaç atasözü, bazı halk efsâneleri ve bilhassa oldukça bol miktarda nazım eserleridir; bütün bunlar sonraki tslâmî çağda toplanmış ve kitap haline getirilmişlerdir. Sihir, nucûmiyyât ve hekimlikle ilgili bir kaç formül'den başka, müsbet ilimlerle ilgili bir yazılı vesika mevcut değildir. Atasözleri, halk mantığı ve hayat tecrübeleri için pek açık bir işaret teşkil ederler, ister bir Habeşistanlı, ister bir İbranî olsun, Lokman Hekimin ağzından aklı selîm ile ilgili an'aneye dayanan bir çok hakimane sözler çıkar. Kaynaklarda Câhiliyye Devrinden gelen bir çok kadın ve erkek hakimin ismi bize kadar nakledilmiş bulunuyor: Aksem'ubn Sayfî, Hâcib'ubn Zurâ-re ve Huss'un kızı Hind; el - Meydân! (öl. 1124) tarafından telif edilen M e c m a' u 1 - E m s â 1Ml ve el - Mufaddal ed - Dabbî (öl. 786) 'nin E m s â T u 1 - A r a b!82 adlı eserlerde İslam öncesi edebiyatta geçen birçok hakimane sözün örneklerini bulabilmekteyiz.
Herhangi bir yazı sistemi tam mânasiyle tekâmül edip gelişmemiş bulunduğundan Câhiliyye edebiyatında nesir pek iyi değerlendirilemezdi. Bununla beraber en eski devirlerden geldiği anlaşılan Islâmî devrede meydana getirilmiş birkaç parça eser elimize "kadar gelmiş bulunmaktadır. Bunlar daha çok e n s â b ilmi, ve yukarda bahsi geçen Eyyâm'ul-'Arab, yani kabileler arası savaşlarla ilgilidir. İslam öncesinde neseb ilmi ile uğraşan Arabistanlı bir kimse, bu ilmin kardeşi sayılan tarihle uğraşan kimse gibi, bir horror vacui (boşluk korkusu) duygusuna sahipti ve onun muhayyilesi aradaki boşlukları doldurmak ve kesiklikleri tamamlamak hususunda bir güçlüğe uğramamıştır. Bu suretle o, birçok hallerde Hz. Âdem'den ve daha mütevazi bir derecede Hz. İbrahim'den ve Hz. İsmail'den gelen kesiksiz ve aralıksız tarihî malûmatı bize nakledebilmiştir. İbn Dureyd'in Kitâb'ul-îştikaak 'ı183 ve K i t â b ' u 1 Ağânî (yani Şarkılar Kitabı) adını taşıyan Ebû'l - Ferec'il -İsbehânî (yahut Isfahâni, öl. 967 M.) nın ansiklopedik eseri, ne-sebler ve şecereler konusunda en değerli bilgileri ihtiva etmek tedir. İslam öncesi kâhinlerine atfedilen s e c î 'li ve kafiye'-li nesir parçaları aynı şekilde zamanımıza kadar gelmiştir.
Şiir San'atı

Sadece vezinli - kafiyeli söz söyleme san'atındadır ki Araplar İslam öncesi devrede ileri gitmişlerdi. Onların ince zevkle ilgili kabiliyet ve melekeleri bu alanda gelişmişti. Bedevi'lerin bu şiir tutkusu onların kültürel bir servetidir.
Edebiyatların çoğunda olduğu gibi, Arap edebiyatı da bir şiir patlamasıyla mevcudiyet alanına çıkmıştır. Fakat diğer bir çoğundan farklı olarak bu şiir, öyle anlaşılıyor ki tam bir gelişmişlik içinde ortaya çıkmıştır. Elde mevcut en eski nazım parçaları, Hicretten yüz otuz sene kadar evvel, e 1 - B a s û s Savaşı ile alâkalı olarak düzülmüştür; fakat bu kasideler, usul ve kaidelerindeki sertliğe bakacak olursak, ifâde san'atının işlenip geliştirilmesinde uzun bir inkişaf devrinin mevcudiyetini ve bu dilin sonradan hâsıl olan değil, ancak fıtrî (doğuştan, ezelden beri gelen) kabiliyet ve vasıflarını bize düşündürmektedir. Altıncı asrın ortalarından gelen şâirlerin önüne asla kimse geçememiştir. İlk Müslüman şâirler ve aynı zamanda sonraki ve hattâ bu günün nazımcıları, bu eski parçalara, yaklaşılması imkânsız mükemmellikte şiir örnekleri olarak bakmışlar ve öyle bakmaktadırlar. Bu ilk şiir parçaları, hafızalara nakşedilmiş ve kulaktan kulağa nakledilerek nihayet Islâmî devrede Hicretten sonra kaleme alınabilmişlerdir. Günümüz tenkid ilmi göstermektedir ki bunları Islamın ruhu ile hem ahenk hâle getirebilmek için söylendiğine göre bir takım gözden geçirmeler, tadilat gibi ameliyeler (*) sonradan ika edilmiştir1*4.


Kâhin '1er ve şâirler tarafından kullanılan seçili şiirler, nazım tarzının inkişâfında ilk merhale olarak mülâhaza olunabilir. Kur'an bu şekli yani seçili üslûbu kullanmaktadır. Deve sürücüsünün şarkısı (Huda') ikinci merhaledir. Şiirin doğduğu kaynağı izaha çalışan Arapların bunu, deve adımlarının ritmik ve ölçülü hareketleri esnasında deve sürücüsünün şarkı söylemeye başlamasıyla izah etmelerinde bir gerçek payı bulunabilir. Deve yürüyüşündeki ritmik hareketleri söylediği şarkıda kullanan sâdi, s â' i k deve sürücüsü ile eş anlamdadır.


Dört yahut altı tefile'den ibaret Recez, seçili nesirden gelişip tekâmül etmiştir ki en eski ve en sâde bir ölçüdür (ya ni bahir 'dir). Arapçadaki bir tarif i «bu (recez vezni), nazmın ilk oğludur» der ve «seçili nesir (sec'l bunun babası, şarkı ise anasıdır» şeklinde devam eder.


7. bölüm ile ilgili diğer konu başlıkları:
1.) İslam Öncesi Devirde Hicaz Bölgesi
2.) Eyyâm'ul - Arab: (Arapların günleri)
3.) Basûs Savaşı
4.) Dâhis Günü
5.) Kuzey arapçasınm bir dil olarak doğurduğu tesirler
6.) Kahramanlık Çağı
7.) Cahiliye devirde kaside
8.) Cahiliye Devrinde Mu'allakaat
9.) İslâm öncesi şairler
10.) Bedevi Putperestliği
11.) Cin
12.) Allahın Kızları
13.) Mekke'de Kabe'nin durumu
14.) ALLÂH
15.) Hicaz'ın üç şehri

16.) Kaynakça

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Aşağıda 2500 sayfalık Arap (islam) Tarihi Ansiklopedisinden verilen bir kaç bölümde: Musevi dini ve islam öncesi "cahiliye" döneminde kureyş'li Arap'ların, Mekke'li Bedevi'lerin gelenek ve göreneklerini, dini inanç'larını, yahudi'lerle ve diğer millet'lerle olan münasebetleri hakkında tarihi bilgilere ulaşabilir ve bugünlere kadar süre gelen dini inaçların kaynakları hakkında fikir edinebilirsiniz.


Önceki Bölümler:
Arap Yarımadası
Bedevi Hayatı
Güney Arabistanlılar
Araplar ve Yahudiler - Münasebetler

Sebe Devleti ve Güney Arabistan'da diğer devletler
Nebatiler

Cahiliye Dönemi:

1.) İslam Öncesi Devirde Hicaz Bölgesi


Araplarla ilgili tarih, kaba hatlarla üç ana bölüme taksim olunabilir:

1. Sebe'-Himyer Devri ki Milâdi altıncı asrın başlarında sona erer (geçen sahifelerde tetkik edildi),

2. Câhiliyye Devri ki bir mânada bu, «Âdem'in yaratılışından Hz. Peygamberin tebliğ vazifesine başlamasına» kadar olan devri kaplar. Fakat bizim burada hususiyle kasdettiğimiz mâna, Islamm doğuşuna tekaddüm eden asır mânasındadır.

3. I s l â m i Devir ki günümüze kadar uzanıp gelen İslam Tarihi bölümüdür.


Câhiliyye Devri


Câhiliyye terimi umumiyetle «bilgisizlik, cahillik» devri yahut «atılganlık, barbarlık» işaret için kullanılır, ancak gerçekte bu, Yarımadada ilâhî kanunların, Allahdan vahiy alan bir Peygamberin ve vahye dayanan bir mukaddes kitabın bulunmadığı devre mânasına kullanılmaktadır. Çünkü «bilgisizlik» ve «barbarlık», Yarımadanın Güneyinde oturan Araplar tarafından geliştirilmiş, kültür ve edebiyatı, olan bir cemiyet için hiç bir zaman mevzu bahis olamaz. Bu kelime, Kur'anı Kerîm'de de çok sayıda geçmektedir: (K. 3/154, 5/50, 33/33, 48/26). İslâm öncesine ait dinî itikat ve inanışlardan, hassaten putperestlik ve şirkten insanları vazgeçirmek hususunda kuvvetli bir arzu ve hırs duyan koyu bir vahdâniyetçi Peygamber Hz. Muhammed, kendinden evvel mevzu bahis olan bu gibi inanışları getirdiği dinin tamamen ortadan kaldırdığını, bunlara bir son verdiğini tebliğ ediyordu. Daha sonraları, onun bu tutumu, bütün islam öncesi fikir ve ideallerin yasaklanması şeklinde tefsir edilmiştir. Fakat umumiyetle fikir ve düşüncelerin tamamen ortadan kaldırılmaları çok zordur; bir kimsenin çıkıp geçmişte olup bitenleri bir veto ile bir anda toptan ortadan kaldırması hayli zorluklar taşıyan bir husustur .

Güney Araplanndan farklı olarak, Hicaz ve Necd de dahil Kuzey Arabistan ahâlisinin büyük ekseriyeti göçebe hayatı sürüyorlardı. Bedevilerin tarihi, esas itibariyle, Eyyam-ul-Arab (islam öncesi Arap Tarihi) diye adlandırılan mahalli savaşlar ile ilgili malûmat yığımndan ibarettir ki bunda mevzu bahis olan, pek az kan akıtılacak şekilde akınlar tertiplemek ve yağmacılık yapmaktır. Hicaz ve Necd'in yerleşik ahâlisi ise kendisine has bir eski kültür geliştirmemiştir. Onlar bu konuda komşuları ve soydaşları Nabatîler, Palmyra'lılar, Gassani'ler ve Lahmî'lerden farklı bir durumdaydılar. Na-batfler ve daha geniş bir surette de Palmyra-lılar kısmen Ârâ-mîleşmişlerdi. Gassani'ler ve Lahmiler ise, Suriye - Bizans ve Suriye - Iran kültürü arasına sıkışmış Güney Arabistanlı müs-temlekecilerdi (Suriye ve Irak'a göçüp buralara yerleşmiş kimselerdi). Bu sebebden bizim Câhiliyye Devri hakkında vereceği miz malûmat, ilk olarak kuzey bedevi kabileleri arasmda Hic

ret hadisesinin öncesine raslayan asırda çıkmış savaşlar ve ikinci olarak Islamın doğuşuna yakın bir devrede Hicaz'da yaşayanlar arasında mevzubahis kültür hayatı ve dış kültür tesirleri çerçevesi dahilinde kalacaktır.

Sahih ve güvenilir kaynakların ışığı, Câhiliyye çağını pek az aydınlatmaktadır. Kuzey Araplarının bir yazı sistemine sahip olmadıkları bu devir hakkında kaynaklarımız sadece tarihî nakillere, efsânelere, atasözlerine ve her şeyin üstünde şiirlere dayanırlar ki bunlar tamamen Islamdan sonraki senelerde kaleme alınmış vaziyettedirler. Bir takım tarihi nakiller ve efsâneler şeklinde de olsa bu malûmat tarihi bir değer taşımaktadır; zira, yanlış veya gerçek dışı da olsa bir milletin doğruluğuna inandığı şeyler, sanki doğruymuşlar gibi onların hayatları üzerinde aynı tesiri husule getirecektir. Hemen hemen Hz. Peygamber zamanına kadar Kuzey Arapları herhangi bir yazı sistemi geliştirmiş değillerdi (*). Bulunan (en - Namâ-ra'da M. 328 senesinden kalma) îmru'ui - Kays'm eski arapça mezar kitabesi, Halep'in güney doğusunda (M. 512 yılından kalma) Zebed, (M. 568'den kalma) e I - L a c a 'daki Harran ve aynı asırdan kalma umm'uI-Cimâl kitabeleri olmak üzere sadece üç kitabe, İslam öncesi devirden günümüze kadar intikal edebilmiş tarihi vesikalardır.

«Arabistanlılar» terimi, evvelce de izah edildiği gibi geniş mânada, henüz İslam iktidar ve kudretinin zuhuruna kadar milletler arası meselelerde kendini gösterememiş Yarımadanın bütün yerlilerini içine almaktadır. «Arapça» ise, aynı şekilde güneydeki Himyer-Sebe'lilerinkini olduğu kadar, Hicaz'ın kuzey lehçesini de ifâde etmektedir ki bu sonuncusu Islamın mukaddes dili haline gelmesi sonucu Yemen'deki güney lehçelerini bastırmış ve üstün tutulan ve hâkim arapça haline gelmiştir. Bu sebeble bundan sonraki sahifelerde şayet «Arabistanlı» yahut «arapça» terimlerini kullanacak olursak bunlarla «kuzey ara-bistanlı halk» ve «Kur'anda geçen arapça»yı kasdedeceğiz.


16.) Kaynakça

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats