Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İsrail’in gerçek amacı Lübnan’da rejimi değiştirmek ve burada kukla
bir hükümet kurmaktır. Bu, Ariel Şaron’un 1982 yılındaki Lübnan
saldırısının da amacıydı. Başarısızlıkla sonuçlandı.
Ancak
Şaron ve onun ordudaki öğrencileri ve politik liderleri asla bu
niyetten caymadı. 1982 yılında olduğu gibi, şimdiki operasyon da daha
önceden planlandı ve ABD ile tam bir koordinasyon içinde uygulandı. O
zaman da olduğu gibi, bu plan Lübnan eliti ile koordineli yapıldı. Ana
hedef budur. Onun dışındaki her şey kuru gürültü ve propagandadır.
1982 müdahalesinin arifesinde, Dışişleri Bakanı Alexander Haig,
Ariel Şaron’a işgalden önce bu olayın dünya tarafından kabul
edilebilmesi için “açık bir provokasyon”un gerekli olduğunu söylemişti.
İstenen provokasyon da, Ebu Nidal’ın terör çetesi İsrail’in Londra’daki
büyükelçisine suikast düzenleme çabasıyla tam zamanında gelmiş oldu. Bu
olayın Lübnan ile bir bağlantısı yoktu ve hatta Filistin Otoritesi (Ebu
Nidal’ın düşmanı) ile de bir ilgisi yoktu, ancak niyetlenilen amaca
hizmet etti. Bu kez gerekli olan provokasyon iki İsrail askerinin
Hizbullah tarafından kaçırılması ile vuku buldu. Herkes biliyor ki, bu
askerler tutuklu değişimi olmaksızın serbest bırakılmayacaktır. Ancak,
aylar önce planlanan ve hazır halde tutulan devasa bir askeri kampanya
hem İsraillilere hem de uluslararası kamuoyuna bir kurtarma
operasyonuymuş gibi pazarlandı. (Tuhaf olan bir nokta ise, aynı kaçırma
olayının iki hafta önce de Gazze Şeridi’nde yaşanmasıydı). Hamas ve
onun ortakları uzun zaman önce planlanan ve Filistin hükümetini yok
etmeyi amaçlayan büyük bir operasyonun bahanesi olacak şekilde bir
askeri rehin aldı.
Lübnan operasyonunun ilan edilen amacı, daha fazla askeri
kaçırmasını ve İsrail kasabalarına roket fırlatmasını imkansız hale
getirmek için Hizbullah’ı sınırdan uzak tutmak. Gazze Şeridi saldırısı
da resmi olarak Ashkelon ve Sderot’u Kassam füzeleri menzilinden
çıkarmayı hedeflemekte. Bu, 1982 “Gallile Barış Operasyonu”na
fazlasıyla benziyor. O zamanlarda, halka ve Knesset’e savaşın amacının
“sınırdan 40 km uzakta olan Katyuşaların uzak tutulmasını” sağlamak
olduğu söylendi. Bu aleni bir yalandı. Savaştan 11 ay önce, tek bir
Katyuşa roketi bile (tek bir atış) sınırlara ateşlenmemişti.
Başlangıçta, operasyonun amacı Beyrut’a ulaşmak ve vatan haini bir
diktatörü iktidara yerleştirmekti. Birden daha fazla sayıda, aylar önce
Şaron bana savaştan bahsetti ve ben bunu onun izni ile zamanında
yayınladım (ancak dikkat çekmedi). Elbette mevcut operasyonun da
ikincil durumda olan birkaç hedefi bulunmaktadır ve bunlar arasında
tutukluların salıverilmesi yoktur. Herkes bunun askeri yöntemlerle
başarılamayacağını idrak etmektedir. Ancak, Hizbullah’ın yıllardır
biriktirdiği füzelerden birkaç binini yok etme ihtimali bulunmaktadır.
Bu amaç için, ordunun başındakiler İsrail kasabalarında yaşayan halkı
tehlikeye atmaya hazır. Bunun, kayıpları göze almaya değeceğine
inanıyorlar, tıpkı satranç taşlarının değiş tokuşu gibi. İkincil amaçlardan bir diğeri de, ordunun “caydırıcı gücünü”
yeniden rehabilite etmektir. Bu, güneyde Hamas’ın ve kuzeyde
Hizbullah’ın cesur askeri eylemleri ile ağır bir darbe alan ordunun
yaralanan onurunu onarmanın anahtar sözcüğüdür.
Saldırıların asıl nedenleri
Resmi olarak, İsrail hükümeti, Lübnan hükümetinden Hizbullah’ı
silahsızlandırmasını ve onun sınır bölgesinden tahliyesini
istemektedir. Ancak bu mevcut Lübnan rejimi koşulları altında
imkansızdır. En ufak bir şok bile tüm yapıyı alaşağı edebilir ve ülkeyi
bir anarşiye sürükleyebilir-özellikle Amerikalıların bu ülkedeki Suriye
ordusunu geri püskürtmesinden sonra ve bu yıllardır ülkede bir parça da
olsa istikrar sağlayan tek unsurdur. Lübnan’a kukla bir diktatör
yerleştirme isteği yeni de değildir. 1955 yılında, David Ben-Gurion,
“Hıristiyan bir yetkili” almayı ve onu diktatör olarak yerleştirmeyi
önerdi. Moshe Sharet, bu düşüncenin Lübnan’ın mevcut konum ve yapısını
tümüyle görmezden gelmek ve ülkeyi torpillemek anlamına geleceğini
gösterdi. Ancak 27 yıl sonra, Ariel Şaron her şeye rağmen bunu
yürürlüğe koymak istedi. Beşir Gemayel aslında başkan olarak
yerleştirildi; ancak kısa bir süre sonra öldürüldü. Onun kardeşi Amin
yerine geçti ve İsrail ile bir barış anlaşması imzaladı; fakat görevde
kalmasına izin verilmedi (Aynı kardeş şimdi resmi olarak İsrail
operasyonunu destekliyor).
Şimdiki hesap, İsrail hava güçlerinin Lübnan halkını yoğun bir
bombardımana tutması durumunda, deniz ulaşımını ve havaalanlarını felç
ederek, altyapıyı tahrip ederek, Beyrut-Şam otobanını vurarak, halkın
Hizbullah’a karşı öfke duymasını sağlamak ve Lübnan hükümetini
İsrail’in taleplerini kabul ettirmeye çalışmak. Çünkü mevcut hükümetin
böyle yapması hayal bile edilemez, bu nedenle de İsrail’in desteğinde
bir diktatörlük kurulmaya çalışılıyor. Bu askerî bir mantıktır. Benim
şüphelerim var. Lübnan halkı da dünyadaki diğer insanların verdiği gibi
bir tepki verecektir bu olaya: saldırana karşı bir kin ve öfke. 1982’de
Lübnan’ın güneyindeki Şiiler İsrail işgaline karşı çıktığında ve
Hizbullah’ı yarattıklarında, bu örgüt ülkenin en kuvvetli gücü haline
geldi. Şimdi Lübnan eliti, İsrail’in işbirlikçileri olarak hareket
ederse, haritadan silinecektir. İsrail kendi halkını da kandırıyor...
Amerikan kamuoyu çelişkilerle dolu bir halde. Başkan Bush,
Ortadoğu’da “rejim değişikliği” istiyor; ancak mevcut Lübnan rejimi
Amerikan baskıları altında yakın zamanda kuruldu. Bush sadece Irak’ta
parçalanma başlatmakta ve iç savaşa gidişte başarılı oldu (daha önce
bunu haber etmiştim). İsrail ordusunu zamanında durdurmazsa, Lübnan’da
da aynı şeyle karşılaşabilir. Dahası, Hizbullah’a karşı yıkıcı bir
darbe sadece İran’da değil aynı zamanda Bush’un Amerikan yanlısı bir
rejim için tek güvendiği dal olan Irak’taki Şiiler arasında da öfkeye
neden olabilir. Peki yanıt nedir? Hizbullah askerlerini kazara bir
eyleme sokmadı, bunu Filistinlilerin imdat için haykırdığı bir anda
yaptı. Filistin davası tüm Arap dünyasında revaçta. Filistinlilere,
ihtiyaç anında yardım edecek bir arkadaş olduklarını göstererek
Hizbullah popülaritesini arttırmayı umut ediyor. Bir İsrail-Filistin
anlaşması şimdiye kadar başarılmış olsaydı, Hizbullah yerel bir Lübnan
fenomeni olmaktan öteye gidemezdi.
Kurulalı üç aydan az bir süre olmasına rağmen, Olmert-Peretz
hükümeti, İsrail’i hedefleri gerçekçi olmayan ve sonuçları
öngörülemeyen iki cepheli bir savaş bataklığına sokmayı başardı. Eğer
Olmert, Bay Maço, Şaron 2 olarak görülmek istiyorsa hayal kırıklığına
uğrayacaktır. Bay Güvenlik olarak Peretz’in de çabaları umutsuz. Herkes
Gazze ve Lübnan’daki saldırıların ordu tarafından planlandığını ve yine
ordu tarafından uygulandığını biliyor. Şimdi İsrail’de kararları veren
adam Dan Halutz. Bu nedenle Lübnan’daki işin Hava Kuvvetleri’ne
havalesi hiç de tesadüfi değil. İsrail halkı bir savaşa istekli değil. Olay, soğukkanlı bir
kadercilik anlayışı ve alternatifi yokmuş gibi sunuldu. Kim buna karşı
çıkabilirdi ki? Kim, “kaçırılan askerlerin” serbest bırakılmasını
istemezdi ki? Zalim bir savaşın ortasında İsrail devleti kurulurken,
duvarlarda bir slogan vardı: “Tüm halk tek cephe, Tüm halk tek ordu!”
58 yıl geçti ve bu slogan o zamanki gibi hâlâ geçerli görünüyor. Bu,
devlet adamları ve general nesilleri hakkında yeterince şey söylüyor.
(İsrail’de yayınlanan Gush Shalom gazetesi, 17 Temmuz 2006)
Kaynak: Zaman Gazetesi
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|