Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Göklerin ve Yerin Melekutu - Ve Diğer İki Konuyla İlgili Kısa Yazılarım
Göklerin ve Yerin
Melekutu(İçyüzü/Hükümdarlığı)
Enam Suresi
75.Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin
melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan
olsun.
76. Gece onun üstünü örtünce bir gezegen
gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Gezegen battığında
ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu.
77. Ay'ı doğar halde görünce, "Rabbim
bu!" dedi. O batınca da şöyle konuştu: "Eğer Rabbim
bana kılavuzluk etmeseydi sapıtan topluluktan olurdum."
78. Nihayet Güneş'in doğmakta olduğunu
gördüğünde, "Benim Rabbim bu, bu daha büyük!" dedi. O
da batıp gidince şöyle seslendi: "Ortak koştuğunuz
şeylerden uzağım ben."
79. "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri
ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben."
İbrahim Peygamber burada tüm evrenin de tıpkı
bu tanık olduğu gök cisimleri gibi doğup battığını fark
etmişti diye düşünüyorum. Ve bu yüzden de kendisi yaşadığı
sürece sabit gibi duran yeryüzünü/tabiatı veya uzayı/evreni de
aynı hataya düşerek Rabbi olarak görmeye kalkmadı; dediğim gibi
güneş, yıldız ve gezegenler gibi, üzerinde bulunduğu dünyanın
da, içinde bulunduğu kainatın da gelip geçici birer kul olduğunu
anlamıştı.
Hem de bunlar ömrü boyunca ona sabit gibi
gözüküceği için çok daha kolaylıkla yapabilirdi bu hatayı.
Ama burada ona tüm evrenin de içindekilerle birlikte birgün
yokedileceği dolaylı olarak gösterilmekte. Güneş, ay veya
gördüğü gezegenin doğuşu ve batışı, evrenin de doğuşu ve
batışını (yaratılışını ve yokedilişini) temsil ediyordu/anlatıyordu ona aynı zamanda.
Zaten 75. ayette “Böylece biz İbrahim'e
göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp
bilerek inananlardan olsun.” denilerek bu durum anlatılmakta. Yani
evrenlerin ve dünyanın bir başlangıca ve sona sahip olduğu...
(sonlanma konusunda tek istisna tabii ki “Rabbin Katı” adı
verilen Ahiret Evrenidir ki onun da bir başlangıcı olmasına
karşın sonsuza dek var olacaktır, yani yok olmayacaktır).
http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/zaman-zamans zlk-ve-rabbin-kat.html
Ve tabii ki Big Bang ile Big Crunch da (yaratılış
ve yok edilişin vücuda geliş şekli) kendisine bu örneklerle
anlatılmış olmaktadır. Çünkü gördüğü gezegen, ay ve güneş
önce doğuyor yani bir başlangıç noktasında gözüküyor, sonra
yükselmeye başlıyor ve zirve noktasına erişiyor, sonra da
batmaya yani aşağıya inmeye başlıyor ve en sonunda da tamamen batarak
gözden kayboluyorlar. Evrenin Big Bang (ortaya çıkışı ve
genişlemesi) ve Big Crunch (içine çökerek yok olması) aşamaları
da bu yöndedir gerçekte.
“Batıp gidenleri sevmem” sözünü, bu
olayın aslında tüm kainatı kapsadığını anlayarak söylemişti.
Bu alemdeki herşey bir gün batacak yani yok olacaktı.
Kısacası; İbrahim Peygamber bu yaşadığı
deneyimle, evrenin ve içindeki tüm diğer varlıkların da aynı
döngüleri yaşadığını kavradı ve tüm gördüklerinin (hatta
diğer göklerin/evrenlerin bile), birer kul olduğunu farkederek
bunları yoktan vareden yüce Allah'a teslim oldu. Ve yine fark etti
ki yüce Rabbimiz yönetici ve gözlemci olarak her yerde, ama varlık
olarak evrenimizin (ve de diğer evrenlerin) dışındadır. Hiçbir
yaratılmışda tanrısallık yoktur.
Bu arada evrenimizin ve
de diğer evrenlerin (Göklerin), “Rabbin Katı” adı verilen
“Ahiret Evreni” hariç, içe çökerek sonlanacağını haber
veren ayetleri de paylaşalım:
Zümer
67: Allah'ı, kadrine/şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar.
Oysaki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O'nun avucudur/avucundadır;
gökler de O'nun sağ elinde/kudretinde dürülmüş
haldedir. Şanı yücedir O'nun; arınmıştır onların ortak
koştuklarından.
Enbiya 104: O gün
Evren’i kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu
yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu,
üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz.
Kullar Doğruluk/İyilik Üzerine
Yaratıldıklarının Farkındalar
Dünyanın dört bir tarafında
herkesin, yanlışa veya kötülüğe yönelen kimseler ve yaptıkları
şeyleri tanımlamak için kullandığı "sapmış” veya
“sapkınlık" gibi ifadeler de insanların özde
doğruluk/iyilik üzerine yaratıldığını ve programlandığını
gösteriyor aslında. Bu tanımlama kutsal kitaplarda da yine yanlış
yolda olan kullara yönelik kullanıldığı gibi, dediğim gibi tüm
dünyada insanların dilinde, bilgisinde vardır.
İnsanlığın kollektif bilincinde
bulunduğu görülen bu sözcükler, başlangıçta kusursuz düşünce
ve davranış üzerine yaratıldığımızın kabul edildiğini
dolaylı da olsa gözler önüne seriyor. Şöyle bir düşüncek
olursak, sapmak, dönmek eylemi her zaman kötü değildir
gerçekte. Çünkü bir insan bazen yanlışından dönerek doğruya,
güzele de sapabilir. Fakat biz bu ifadeleri sadece yanlışa sapan,
yani doğrudan dönen kimseler için veya ilgili yanlış
davranışların kendisi için, olumsuz anlamda kullanırız hep.
Bilinçaltından da olsa biliriz ki;
başlangıçta/doğuştan zaten doğru yol üzerinde olduğundan
insanlar, kötülüğe ve yanlışa yönelenler içindeki
"doğrudan/vahiyden/ruhdan sapmış, yani uzaklaşmış"
demektir. Ve böyle kişilere kısaca "sapmış", ilgili
davranışa da “sapma” denir. Gerek inanç konusunda olsun, gerek
davranış veya başka bir konuda...
Kutsal kitabımızda da; doğruluk ve
iyilik üzerine ve de temel vahiyle yoğrulmuş bir şekilde
yaratıldığımız gerçeği şöyle anlatılır:
7: 172 Rabbin, Adem oğullarının
bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık
tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim? " "Evet, tanıklık
ediyoruz, " derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan
habersizdik, " diyemezsiniz.
7: 173 Yahut, "Atalarımız
önceden ortak koştu ve biz de onlardan sonra gelen soylarıyız,
bizi bidat ve hurafelere dalanlardan dolayı mı yok edeceksin, "
diyemezsiniz.
- Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine
adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile
donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın yaratışında değişiklik
olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez
(Rum Suresi 30)
Anne karnındayken verdiğimiz sözün
yanı sıra, temel önemli ilahi bilgiler (vahiy, yani ruh)
genlerimize işlenmiş durumda, ve böylece tıpkı başkalarına
iyilik yapmanın doğru olan şey olduğunu "bilmek" gibi,
Allah'ın var ve de tek olduğunu da "biliyoruz"
aslında.
Gerçeği inkar edenler veya hurafelere inananlar,
bile bile bu hatalarını yapmakta yani gerçekte.
Ve bu
yüzden sorumluyuz,(mazeretimiz yok ahirette), bu bilgi(temel vahiy)
içimizde olduğu için, ve de Kuran ayetlerini tasdik ettiği
için(Kuran'ın gerçekliği delillere dayandığı için)...Şu an
içinde yaşadığımız imtihan dünyasında gerçek dine ve
bilgilere inanmakla, buna karşılık hurafelerden ise uzak durmakla
yükümlüyüz.
Hatırlamıyor gibi gözükmemiz yüzeyde,
derine inince hepsini hatırlıyor ve de bize işlenen tüm
bilgilerin, gerçeğin farkındayız.
İşte insanoğlu
yüzeyde pek farkında olmasa da, gerçekte bu sebeplerden dolayı,
genelde belli bir derecenin üzerinde kötülük veya yanlış şeyler
düşünenleri/yapanları, ve de davranışın kendisini tanımlamak
için aynı ifadeler kullanılır tüm dünyada. Hatta
psikoloji/psikiyatri alanında bile aynı tanımlamalar
kullanılmaktadır.
Başlangıçta(doğuştan) doğru
bilgilere sahip olduğunu kişinin, doğru yol üzerine
varedildiğini, ama sonradan içindeki ayetlere sırtını dönerek,
yanlışa yöneldiğini, yani yanlış yola "saptığını"
söylemiş oluyoruz. Bilinçaltından da olsa bunun farkındayız
aslında.
Ayetlerde de bu şekilde tanımlanır
doğrulardan ve iyilikden uzaklaşan insan veya cinler elbette:
İbrahim Süresi 18:
Rablerine nankörlük edenlerin amelleri, fırtınalı bir günde
rüzgârın tarumar ettiği küle benzer. Kazandıklarından hiçbir
şey elde edemezler. İşte bu, dönüşü olmayan sapıklığın
ta kendisidir.
Nisa Suresi 116: Allah,
kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında
kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk
koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa
dalıp gitmiştir.
Ve dediğim gibi tüm dünyadaki
insanlar da ayetlerin verdiği bu bilgiyi onaylamakta; “aşırı
sağlıksız düşünce ve davranış” içinde olanları aynı
şekilde adlandırmaktadır (farklı inançlardaki insanların
iyilik/kötülük, doğru/yanlış anlayışları birbirinden yüz
seksen derece farklılıklar gösterebilmekte birçok konuda, ama
yapılan eyleme ve yapan kişiye yönelik kullanılan terim
aynıdır).Böylece aslında hem evrensel ve kesin
doğruların/iyiliğin varlığını ve hem de insanların baştan
doğru yol üzerine yaratıldıklarını kabul ettiklerini
göstermekteler.
Zümer
Suresi 10 ve 53. Ayetlerle İlgili Soruya Cevap…
Zümer Suresi 10 ve 53.
ayetlerinde “de ki” ifadesinden sonra “kullarım” denmesinin
nedenini soranlara verdiğim cevabı burada da paylaşmak istedim.
(Zümer
53)
De ki: “Ey öz benlikleri aleyhine sınırı
aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin! Allah, günahları tümden affder. Çünkü O, mutlak
Gafûr, mutlak Rahîm’dir.
Sadece bu ayetlerde
değil, başka örneklerde de görüyoruz benzer durumu. Kuran’daki
bu anlatım özelliğinde “aktar/bildir” veya “tarafımdan
söyle” anlamında “de ki” ifadesi kullanılmakta.
Örneğin:
Şunu
de: ‘Kendinden öncekileri doğrulayıcı, inananlara yol gösterici
ve müjde olarak ALLAH’ın izniyle bunu kalbine indiren Cibril’e
her kim düşman olursa,
(Bakara97)
Yine “de ki”
ifadesinden sonra “bunu kalbine indiren” denmektedir görüldüğü
üzere. Yani burada aslında peygamberin insanlara, konuşurken bire
bir söyleyeceği diyalogdan falan bahsedilmiyor.
Burada “de ki ” bu cümleyi “birebir söyle”
değil, çünkü peygamber sohbet ederken cümleyi “benim kalbime
indiren” şeklinde söyleyecektir. Ya da “Allah şöyle dememi
/aktarmamı istedi” deyip ayetteki şekliyle cümleyi sunacaktır.
Başka bu tarz ayet
örnekleri verelim:
Enfal
38.
Küfre sapanlara söyle: “Eğer son verirlerse eskide kalmış
olan, kendileri için affedilir. Eğer yeniden başlarlarsa, daha
öncekilere uygulanan yol ve yöntem, eskisi gibi devam etmiş
olacaktır.”
Casiye
14.
İman edenlere söyle: “Allah’ın günlerini ummayanları
affetsinler ki, O, bir toplumu kazandıklarıyla cezalandırsın.”
Yine “de ki” den sonraki cümleyi birebir
aktarması istenmiyor burada. Zaten ayet okununca bu bilgi de
verilmiş oluyor. Yani ayrıca bir daha söylenmesine de gerek
kalmıyor. Ama dediğim gibi bir sohbet sırasında insanlara bu
ifadeyi sunmak isterse peygamber, hitabına uygun hale getirecektir.
Buradaki anlam “onlara aktar/tarafımdan bildir” şeklindedir.
Bu açıdan bakılınca
Zümer 10 ve 53. ayetlerdeki “de ki” ifadelerinde de bir
aykırılık olmadığı rahatlıkla görülebilir:
Zümer
53 De
ki: “Ey öz benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları
tümden affder. Çünkü O, mutlak Gafûr, mutlak Rahîm’dir.
Bu ayetlerde de peygamberin insanlara “kullarım”
şeklinde seslenmesi değil, cümlenin uygun şekilde aktarılması
isteniyor. Ayrıca dediğim gibi, zaten buna gerek bile yok, bu
ayetler olduğu gibi aktarılınca insanlar bilgiyi de almaktadırlar.
Bu bağlamda ayetlerin
en doğru çevirisi “söyle” yerine “aktar” veya “tarafımdan
söyle” şeklinde başlamak durumundadır ve bu şekilde tercüme
edenler var zaten:
Zümer
10.Tarafımdan
söyle: “Ey iman eden kullarım, Rabbinizden korkun! Bu dünya
hayatında güzel düşünüp güzel davrananlara güzellik vardır.
Allah’ın toprağı/yeryüzü geniştir. Sadece sabredenlere,
ücretleri hesapsız ödenecektir.”
Zümer 53. Onlara bildir:
‘Kendilerine karşı sınırı aşan kullarım, ALLAH’ın
rahmetinden ümit kesmeyin. ALLAH tüm günahları affedicidir. O
Bağışlayandır, Rahimdir.’
Selam ve sevgiler
__________________ Bloğum:
http://emre1974tr.blogspot.com/
e-kitabım:
http://www.scribd.com/doc/99945687/f2dgkz4q-Book
Twitter adresim:
https://twitter.com/emre_1974tr
|